Acının paylaşım biçimi: Ağıtlar

ROZERİN DOĞAN

Depremde giden canlarımız, hepimizin içini yüreğini dağladı. Bir yanımız direnmek ve yeniden ayağa kalkmaya çalışırken, diğer yanımız giden anneler, babalar, çocuklar, kardeşlerimiz için yasta. Geride kalanların hayata yeniden tutunma zamanı. İyileşme ve hayatı yeniden inşa etme zamanı. Onun için biliyoruz ki bu acı hepimizin. Acılarımızı, yüzyıllardır süren geleneğimizle paylaşacağız, yüreklerimizi iyileştireceğiz.

İşte ağıtlar bunun için yakılmış, geçmişten bugüne. Gerek müzik gerekse edebiyatın kadim yakınıdır ağıtlar. Aynı zamanda acının dillenmiş ve paylaşılmış halidir. Ağıtlarını dinleyerek, başkalarının acılarına ortak oluruz. Ağıt yakan da dillendirerek paylaşır ve soğutur yüreğini.

 

İslâmiyet öncesine dayanan ağıtlar, Türk edebiyatında “sagu” ve “yuğ” olarak adlandırılır. Genellikle bir ölümün ya da üzücü bir olayın ardından söylenen halk türküsü olarak da adlandırılır. Doğal afetler, ölüm, hastalık gibi çaresizlikler karşısında korku, heyecan, üzüntü, isyan gibi duyguları ifade eden ezgili sözlerdir. Divan edebiyatındaki adı ise mersiyedir.

Özellikle İslâmiyet öncesindeki Türk kültüründe ağıtların yoğun bir şekilde kullanıldığı alanların başında yuğ törenleri gelir. Ölen kişinin ardından düzenlenen cenaze merasimleri olan yuğ’larda ağlama ve feryat etmenin yanı sıra ölen kişinin vasıflarını öven şiirler söylemek de geleneksel uygulamalar arasına girmiştir.

‘ALP ER TUNGA ÖLDÜĞÜNDE’

Yuğ törenlerinde söylenen ağıtların, o zamanki adıyla saguların bir kısmı daha sonraki dönemlerde de ozanlar arasında söylenegelmiştir. Alp Er Tunga sagu’sunun böyle bir süreçten geçtiği düşünülmektedir.

 

Alp Er Tonga öldi mü?

Issız ajun kaldı mu?

Ödlek öçin aldı mu?

Emdi yürek yırtılur.”

 

 

Ödlek yırag közetti

Ogrı tuzak uzattı

Begler begin azıttı

Kaçan kalı kurtulur.

 

Bugünkü Türkçesi şöyledir:

Alp Er Tunga öldüğünde

Kötü dünya kaldığında

Felek öcünü aldığında

Şimdi yürekler yırtılır

 

Felek fırsat gözetti

Gizli tuzak uzattı

Beyler beyini şaşırttı

Kaçan nasıl kurtulur (…)

ERZİNCAN DEPREMİ

Ağıtlarda, depremin ardından yaşanan acıların ifade edilmesinde suç, zaman zaman felek, yazı, yazgı, şans, talih, baht gibi söylemler eşliğinde kadere atılmış, kader inancı hissedilir bir şekilde bu sözlü ürünlerde yer bulmuştur.

Depremler üzerine de çokça ağıt yakılmıştır. En çok da Erzincan depremi üzerine. Abdurrahim Karakoç’un “Erzincan Depremi” adlı ağıtı bunlardan biridir:

Bir kara haber ki zor konur adı

Duyanın kırılır kolu kanadı

Felek ikide bir atar tokadı

Yazım der sineye çeker Erzincan

Yazım der gözyaşı döker Erzincan  

Ağıtlar, insanların ölüme verdiği duygusal tepkilerdir. Türk kültüründe ölüm karşısında ağlama, sızlama ve ölen kişinin iyi vasıflarını öne çıkarma gibi bir tavır gelişmiştir. Böyle olunca kültürümüzde çok sayıda ölüm konulu veya ölüm olayı etrafında söylenmiş şiir ortaya çıkmıştır.

‘NERDE MİNİCİK YUVAM’

Halide Nusret Zorlutuna, cennetten bir köşe olarak nitelendirdiği Erzincan için “Vah, Erzincan!” diyerek ilin depremden önceki durumunu ağıt yakarcasına anlatmaya çalışır:

Nerde minicik yuvam, sarmaşıklı pencerem?

Nasıl bir an içinde yere geçti bir âlem?

Cennette bir köşeydin, birden oldun cehennem

Ah, güzel Erzincan’ım! Vah dertli Erzincan’ım!

Küçükler yavrumuz analar bacı

Çıkmaz içimizden bizim bu acı

Duvaklı gelinler kınalı kızlar

Andıkça onları yürekler sızlar

Canını kuvvet-i narla attı dışarı

Zifiri karanlık soğuk dışarı

Baladı en soğuk günde hareket

Birdenbire düpdüz oldu memleket

Köylülere asker açmasaydı yol

Geçemezdi kardan tipiden bir kul

Kendini kurtaran kahraman oldu

Bu acı felaket pek yaman oldu

Erzincan Erzincan güzel Erzincan

Nerde kaldı seni şenleten insan

HASRET GÜLTEKİN DERLEDİ

Türklerde ağıt geleneği çok eskidir. Anadolu’nun hemen her yerinde söylenir. Ağıtlar yarı anonim folklor ürünleri arasında da sayılabilir. Türkçede 7, 8 ve 10 heceli ağıtlar yaygındır. En çok rastlanılanı 8 hecelilerdir. Gösteri bölümüyle tiyatro, söyleniş biçimiyle şiirseldir.

Ağıtlar türkü ve destanla yakın ilişki içindedir. Erkeklerin söylediği ağıtlar varsa da ağıtları daha çok kadınlar söyler.

Arıx (Sarun), 1939 Erzincan depreminde yıkılan, Sivas İmanlıya bağlıya bir köyün adıdır. Bu depremde hayatını yitirenler için söylenmiş bir ağıttır. Sivas Madımak’ta kaybettiğimiz sanatçı Hasret Gültekin bölgeye gidip derler bu ağıtı.

Depremle yıkılan köyde yüzlerce kişi hayatını kaybeder. Karlı ve buz gibi soğuk havada, sağ kurtulmayı başaranlardan kimi ölülerini göçükten çıkarmaya çalışırken, kimi de ölülerini gömmeye çalışır. Depremin etkisi ile yıkılan evlerden yükselen alevler geceyi aydınlatırken ortalık tam bir cehennemdir.

Ağıtı yakan da bu cehennemin içinde evlilik çağında iki kızını kaybeden bir annedir. Kürtçe yakılan ve bugün de çokça seslendirilen ağıtın Türkçe sözleri şöyledir:

Arix dedikleri Sarun köyünde

Deprem olduğu sene

İki yüz üç yüz mezar açıldı anne

De lêlêlê

De lololo

Ay doğdu

Dolunayla

Kör olasın iki oğlun iki kızın

Biri bile damat-gelin olamadı

Kapının başındayken.

De lolo, lolo

De lêlê, lêlê

AŞIK VEYSEL’DEN AĞIT

Türk tarihinde çeşitli nedenlerden ötürü ağıt okuma çok eski dönemlere uzanan bir gelenektir. Belli ritüelleri olan ve toplumun iç dünyasında hüzünlere sebep olan olayların ardından süregelen bu gelenek yöreden yöreye kimi farklılıkları olsa da Anadolu topraklarında varlığını devam ettirmektedir. Âşık Veysel de “Erzincan (Sam Değmiş)” adıyla bir ağıt söyler:

 

Sam değmiş de bağlar dökmüş gazeli

Hanı harap olmuş Keşan Erzincan

Nice yiğitleri nice güzeli

Feleğin toruna düşen Erzincan

 

Kimi ana vermiş kimisi baba

Nice yavru vermiş gelmez hesaba

Felek kor insanı ne kaptan kaba

Tarihli felâket nişan Erzincan

 

Bahar gelir güller açmaz bağında

Kainat uykuda hep yatağında

Bir seher vaktinde uyku çağında

Feryadı dağlardan aşan Erzincan

 

Susmuş bülbülleri güller perişan

Garkolmuş toprağa kalmamış nişan

Kükredikçe dalgalara karışan

Hani Fırat ile coşan Erzincan

‘BAŞBAĞLAR YÜREK AĞLAR’

5 Temmuz 1993’te Erzincan Başbağlar’da şehit edilen 33 vatandaşımız için yakılan ağıt da yürek yakıcıdır. Kent merkezine 220 kilometre uzaklıktaki Başbağlar köyüne gelen PKK terör örgütü mensupları, akşam namazını kılıp camiden çıkan 28 erkeği köy meydanında kurşuna dizmiş, zulme karşı çıkan 5 kişiyi de yakılan evlerde ateşe vererek toplam 33 vatandaşı şehit etmişti.

 

Şehadet ışığıyla mor dağların ateşi

Uyandı ölü gece şehit düştü kardeşi

 

Kan kustu kara kâfir Erzincan göklerine

Bin lanet okuyalım terörün köklerine

 

İhanet çemberiyle zaman akar aynaya

Bir temmuz gecesinde şehit bakar dünyaya

 

Bin yılın ötesinden kin tutar itin soyu

Mühürlenmiş kalbiyle Zerdüşt'ün çağdaş boyu

 

Çoluk çocuk demeden acımadan vurdular

Vicdanı yitirmişler kalleş tuzak kurdular

 

Başbağlar yürek ağlar hangi kitaba sığar?

Gözü dönmüş mahluklar her yerden ölüm yağar

 

Kapkaranlık gecede köyü yakıp yıktılar

Kan, gözyaşı ve zulüm ateşini yaktılar

 

Gözyaşı sel olunca diyarı can Erzincan

Her eve ateş düştü nasıl dayansın insan?

 

Her masumun günahı kan tutar soylarını

Rabbim Kahhar adıyla yaksın alaylarını

 

Başbağlar yürek ağlar gözyaşı durmaz çağlar

Diyarı can Erzincan acı karalar bağlar

 

Kızardıkça şafaklar alev almış yanıyor

Ufuklar perde perde açıldıkça kanıyor

 

Başbağlar yürek ağlar devrildi yüce dağlar

Diyarı can Erzincan buna dayanmaz sağlar.

‘UMUTLU AĞIT’

Aydınlık’ta yayımlanan şair Hüseyin Haydar’ın “Umutlu Ağıt” şiiri edebiyatımızda belki de bir ilki temsil ediyor. Şiir, acıyı derinden dile getirirken, aynı zamanda ihtiyaç duyulan yaşam sevincini, umudu, birleşmeyi, dayanışmayı yüceltiyor. İnsan acılarından siyaset üretenler, insanın felaket gününde, acılara dayanarak umutsuzluk yaymaktadırlar. Emperyalizmin hedefinde, küresel saldırı altında bulunan Türkiye’nin böylesine büyük bir yıkımdan çıkışının yolu, umut içinde milletçe Kenetlenmekten geçiyor. Umutlu Ağıt, şiirin gücüyle milyonların iç yangınına su serperek, ortaya az rastlanan edebi bir örnek koyuyor. Umutlu Ağıt şiiri şimdiden Çince, Rusça, Farsça ve İsveççeye çevrildi. Şiir İngilizce, Almanca ve Arapçaya da çevriliyor.

“Benim Gerçek Ailem Büyük Türk Milleti’ne,” sunumuyla başlayan şiir, umutla gelişip acılı halkı yüreklerinden bütünleştiriyor:

 

Kara haber tez ulaştı, bağrımıza ateş düştü,

Kar yağdı Maraş tutuştu, buzlu esti Urfa yeli.

Öldü dirildi Kahraman, Şanlı millet kenetlendi:

          Keşke gülüm ölmeseydi.

 

Dağlar taşlar dile geldi, betondan doğdu bebek,

Gökte uçan Huma Kuşu yerde umutla buluştu.

Söyledi Mardin manisini kanadını gererek:

          Keşke şahin ölmeseydi.

 

Kesti kara zülfünü Aslı, umudunu kesmedi,

Kerem göründü gözüne, arı çiçeğine kavuştu.

Acılı yüreği Asi’nin Hatay’da şarkıyla coştu:

          Keşke bülbül ölmeseydi.

 

Şu Fırat’ın suyu derindir, yıkıp aşar bentleri,

Görünür vatan evinden dünya güzellikleri.

Vurur millet kayasına Asya bahçesinde güneş:

          Keşke aslan ölmeseydi.

 

Benim büyük ailemdir, velim ile delim odur,

Güle çıkıp ölmeyen gülden düşüp ölmedi.

Anadolu tükenmez, yurt silahı yiğit doludur:

          Keşke gafil bilseydi.

 

Genellikle mâni ve koşma nazım şekillerinde, uzun ve kırık hava ezgileriyle söylenen ağıtlarda, ölenin geride bıraktığı boşluk, birlikte yaşanan günlerin hatıraları, dostluk, iyilik, cesaret, düşmanlık ve merhamet gibi konular dile getirilir. Ağıtlar, ölenin ruhunu onu överek rahatlatmak ve geride kalanları teskin etmek için söylenmiş lirik şiirlerdir. Ağıtın söyleyicisi kim olursa olsun, ağıtlar, belli karakterdeki ezgilerle söylenirler. Bu ezgiler dinleyenleri hüzünlendiren ezgilerdir. Ezgileri yönüyle ağıtlara, edebi veya sanatsal ağlamalar da denilebilir.

Ağıtsız günler dileğiyle…