CHP,NATO için kaleme aldı!

Her fırsatta Batı’ya tam teslimiyet sözü veren CHP, şimdi de NATO için ‘İran tehdidi’ raporu hazırladı. 87 maddelik raporda Kürecik Üssü övüldü, Türkiye’ye merkezî rol biçildi. ABD ile birlikte en kötü senaryoya hazırlanılması istendi

 

CHP Eskişehir Milletvekili ve TBMM Dışişleri Komisyonu Üyesi Utku Çakırözer, CHP’nin Batı’ya eksen sözü verdiği günlerde NATO Parlamenterler Asamblesi’ne “İran’ın Bölgesel ve Avro-Atlantik Güvenliğine Tehdidi” başlıklı bir rapor sundu. Raporda İran’a karşı Türkiye’ye merkezî roller biçildi. Raporun, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Türkiye-Rusya-Çin-İran ittifakı önerisi sonrası, Gazze’de ateşkesin sağlandığı ve İran ile İsrail arasındaki 12 Gün Savaşı’ndan sonra iki ülkenin de savaş kabiliyetlerini onarma ve güçlendirme sürecinde gelmesi dikkat çekti.

1955 yılında kurulan NATO Parlamenter Asamblesi, NATO’dan kurumsal olarak ayrı, danışma niteliğinde bir parlamentolar arası örgüt. Rapor, Akdeniz ve Orta Doğu Özel Grubu (GSM) üyeleri tarafından düzenlenerek 26 Eylül 2025’te İspanya’nın Melilla kentinde kabul edildi.

Çakırözer raporunda, “İran’ın eylemlerine yanıt vermek yalnızca bölgesel bir endişe değil, aynı zamanda koordineli uluslararası çabalar gerektiren küresel bir zorunluluktur.” diyor. 87 maddelik raporda, İran’ın Rus desteğiyle ilerleyen füze programının, tehlikeli bir dönüm noktası olabileceği vurgulanıyor. ABD-İsrail saldırılarının başarılı olmadığı bildirilen raporda, “Batılı imzacılar, Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte en kötü senaryoya aktif olarak hazırlanmalı ve gerçekçi önlemler önermelidir.” deniliyor. Ayrıca Kürecik Üssü’ne önem atfedilirken Türkiye için de şu ifadeler kullanılıyor: “Özellikle Türkiye, diplomasi, caydırıcılık ve savunma işbirliğine dayalı koordineli bir bölgesel stratejinin oluşturulmasında merkezî bir role sahiptir. Rusya’nın İran ile derinleşen ortaklığı, İttifak’ın güney ve doğu kanatlarını birbirine bağlayarak acil dikkat gerektiren birleşik bir tehdit oluşturması açısından kritik önemdedir.”

İSRAİL’E TEHDİTLER CHP’Yİ RAHATSIZ EDİYOR  

Çakırözer raporun özetinde, İran İslam Cumhuriyeti’nin Orta Doğu’da sürekli bir istikrarsızlık kaynağı olduğunu ileri sürüyor. “İran, Şii siyasi İslam’ı yayarak, bölgesel hegemonya kurarak ve özellikle ABD’nin öncülüğündeki Batı etkisine sistematik biçimde karşı çıkarak nüfuz alanını genişletmeye çalışmaktadır.” denilen raporda, İran’ın stratejik hedefleri şöyle sıralanıyor:

- ABD’nin Orta Doğu’daki askeri ve siyasi etkisini ortadan kaldırmak,

- İsrail Devleti’ni yıkmak,

- İran ideolojisiyle uyumlu grupların önderliğinde bir Filistin Devleti kurmak.

Buna ayrıca Suudi Arabistan’la rekabet de ekleniyor.

Çakırözer raporda, İran’ın bölgede vekil güçler kullanarak ABD ve müttefiklerine saldırılar düzenlediğini belirtiyor: “Son yıllarda İran, Suriye’de Esad rejimine verdiği destek ve Hamas, Hizbullah, Yemen’deki Husiler gibi silahlı gruplara (toplu olarak “Direniş Ekseni”) sağladığı destek yoluyla bölgesel etkisini artırmıştır. Bu vekil güçler, ABD, müttefikler ve ortaklara karşı defalarca saldırılar düzenlemiş, İran dış politikasının önemli bir aracına dönüşmüştür.”

Diğer yandan raporda; İran’ın vekil güçlerinin zayıfladığı, nükleer tesislerine yapılan saldırılar sırasında hava savunma sistemlerinin de zarar gördüğü, ekonomik sıkıntılar ve artan siyasi baskılarla iç huzursuzluk yaşandığı iddia ediliyor. Ayrıca raporun iç kısımlarında Esad’ın devrilmesinin İran açısından büyük bir stratejik gerileme olduğu, ancak İran’ın Suriye’nin doğu bölgelerinde lojistik üslerini korumaya devam ettiği aktarılıyor.

Bu sebeplerden dolayı Tahran’ın bölgeye güç yansıtma kapasitesinin ciddi ölçüde azaldığı vurgulanan raporda, buna rağmen İran’ın bölgesel ve Avro-Atlantik güvenliğine oluşturduğu tehdidin farklı şekillerde sürdüğü belirtiliyor.

İRAN’I YALNIZLIKTAN KURTARAN DOSTLARI

Raporda, İran’ın Rusya’ya Ukrayna konusunda destek verdiği, Çin ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ile ilişkilerinin derinleştiği, Avro-Atlantik’in çıkarlarına meydan okuduğu belirtiyor ve “İran, bölgenin en büyüklerinden biri olan geniş bir füze programına ve nükleer kapasite arayışına sahiptir; bu durum hem bölgesel hem küresel riskleri artırmaktadır.” deniliyor.

Ayrıca Tahran’ın Moskova ve Pekin ile büyüyen askeri, ekonomik ve teknolojik bağlarının “İran’ın bölgesel konumunu güçlendirdiği, yaptırımları aşmasını kolaylaştırdığı, rejime uluslararası bir platform sunduğu” ifadeleri yer alıyor. Bu durumun İran’ı yalnızlıktan kurtardığı kaydedilerek, “İran artık yalnız hareket eden bir aktör değil, kurallara dayalı uluslararası düzeni zayıflatmak isteyen daha geniş bir aktörler ağının parçasıdır.” değerlendirmesi yapılıyor. Özellikle Çin’in İran’ı Batı’yla ilişkilerinde bir “jeopolitik kaldıraç” olarak gördüğü; İran’ın da Çin’i ekonomik can damarı ve diplomatik kalkan olarak konumlandırdığı bildiriliyor.

Raporda “İsrail’in Şiraz yakınlarındaki Natanz ve Fordo tesislerine yaptığı nokta atışı saldırılar, İran’ın nükleer programını geçici olarak yavaşlatmıştır.” ifadeleriyle İran’ın nükleer programının yok edilemediği de itiraf ediliyor. Öte yandan “İran–ABD–İsrail üçgenindeki çatışma dinamiklerinin gelecekte daha tehlikeli şekillerde yeniden patlak verebileceği”nin altı çiziliyor.

‘CAYDIRICILIK DENGESİNİ ÖNEMLİ ÖLÇÜDE DEĞİŞTİRDİLER’

İran’ın nükleer programına da mercek tutulan raporda, “İran, onlarca yıldır nükleer kapasite geliştirmeye ve bölgenin en büyük füze cephaneliklerinden birini inşa etmeye çalışmaktadır. Bu çabalar, İran’ın rejim güvenliği açısından caydırıcılık elde etme isteğinin yanı sıra, bölgesel hegemonya arayışının da merkezinde yer almaktadır.” ifadeleri yer arıyor. İran’ın yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum stokunun 2024 yılı itibarıyla bir nükleer bomba yapımı için gereken miktarı aştığı iddia ediliyor. ABD ve İsrail’in saldırılarının ise programı tamamen durduramadığı şu sözlerle belirtiliyor:

“Haziran 2025’te İsrail’in Natanz ve Fordo tesislerine düzenlediği saldırılar, İran’ın nükleer programına ağır darbe vurmuştur. Gelişmiş santrifüjlerin çoğu imha edilmiş, elektrik altyapısı çökertilmiş, bazı yeraltı tesislerinde büyük hasar oluşmuştur. Ancak bu saldırılar, programı tamamen durdurmamış; İran, kalan altyapısını yeraltı tesislerine ve dağlık bölgelere kaydırarak daha savunulabilir bir nükleer kapasite inşa etmeye başlamıştır.”

Raporda 12 Gün Savaşı’nda İran’ın elde ettiği başarılar ise şöyle sıralanıyor: “Tel Aviv, Hayfa ve Dimona yakınlarına uzun menzilli füze saldırıları düzenlemiş, bazı füze sistemleri İsrail’in çok katmanlı hava savunmasını delmeyi başarmıştır. Bu durum, İran’ın füze kapasitesinin bölgesel caydırıcılık dengesini önemli ölçüde değiştirdiğini ortaya koymuştur.”

TÜRKİYE’YE BİÇİLEN ROL

Raporda vurgulanan noktalardan bir tanesi de, İran’ın jeostratejik konumu. Hürmüz Boğazı, Kızıldeniz ve Bab-el Mendeb gibi küresel ticaretin ve enerji güvenliğinin önemli noktalarında Tahran’ın güç yansıtmaları yapma kapasitesine sahip olduğu aktarılıyor.

NATO’nun yapması gerekenler ise şu şekilde vurgulanıyor:

- İran’ın istikrarsızlaştırıcı eylemlerine daha fazla odaklanılması,

- “Maksimum baskı” stratejisinin uyumlu şekilde genişletilmesi yollarının araştırılması,

- İran’ın nükleer faaliyetlerinin engellenmesi için bölgesel ortaklarla güvenlik işbirliğinin derinleştirilmesi.

Raporda Türkiye’ye de İran’a karşı savunmada önemli bir rol düştüğü belirtiliyor: “Türkiye, İran’dan yaklaşık 500 kilometre uzaklıkta bulunan Malatya, Kürecik’teki AN/TPY-2 X-Bant radarına ev sahipliği yaparak bu savunma mimarisinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu radar, NATO’nun potansiyel füze tehditlerini tespit etme, izleme ve engelleme kabiliyetini artırmaktadır.”

Son olarak müttefiklerin uzun vadede “Avrupa silah kontrol mekanizmalarını örnek alan bölgesel bir güvenlik çerçevesi oluşturmak için çalışması” ve buna paralel olarak şu adımları atması öneriliyor: “Müttefikler, İran ile düşmanlıkların arabuluculuk yoluyla sona erdirilmesi için Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleriyle birlikte çalışabilirler. İran ile çatışmanın sona ermesi, İbrahim Anlaşmaları’nın kapsamının Suudi Arabistan da dahil olmak üzere daha fazla ülkeyi kapsayacak şekilde genişletilmesinin önünü açma potansiyeline sahiptir. (…) NATO, bölgedeki diğer ülkelere genişlemeyi teşvik ederek Körfez ülkeleriyle işbirliğini derinleştirmenin yollarını araştırmalıdır. (…) Özellikle Türkiye, diplomasi, caydırıcılık ve savunma işbirliğine dayalı koordineli bir bölgesel stratejinin oluşturulmasında merkezî bir role sahiptir. Rusya’nın İran ile derinleşen ortaklığı, İttifak’ın güney ve doğu kanatlarını birbirine bağlayarak acil dikkat gerektiren birleşik bir tehdit oluşturması açısından kritik önemdedir. (…) ABD ve ortak hükûmetlerin bölgedeki çabalarını desteklemek için Avrupalı müttefikler, Kızıldeniz’deki deniz caydırıcılığını artırmak amacıyla deniz kaynaklarını güçlendirmelidir. (…) NATO müttefiklerinin yeniden devreye girmesi ve İran rejiminin istikrarsızlaştırıcı faaliyetleri de dahil olmak üzere güney komşularından gelen tehditlerin ciddiyetine odaklanmaya devam etmesi gerekmektedir. Bölgesel yaklaşımının bir parçası olarak Suriye bir öncelik olarak kalmalıdır. Daha istikrarlı ve güvenli bir Suriye, müttefiklere bölgesel göç ve terörü körükleyen çatışma döngüsünü kırma şansı verecektir.”