Mustafa Kemal’in ‘İsyan Muhtırası’
Mustafa Kemal’in maceralı ve fırtınalı hayatında, biraz tarihin gölgesinde kalmış çok önemli bir belge vardır: 20 Eylül 1917’de kaleme aldığı askeri-siyasi bir rapor. Bu rapor o sırada iktidarda olan İttihatçı liderlere Enver ve Talat’a gönderilmiş bir ‘isyan muhtırası’dır.
Mustafa Kemal, en başa o ikilinin adlarını yazarak, bizzat kendilerine gönderdiği bu raporda, ülkenin ve ordunun içine sürüklendiği feci duruma dikkat çeker ve bu ikilinin izlediği Alman yanlısı politikayı şiddetli bir dille eleştirir. İki yerde ülkenin Alman ‘sömürgesi’ haline getirilmesine karşı olduğunu net bir şekilde vurgular. Enver o sırada bir tür askeri diktatör olarak Harbiye Nazırı, Talat ise sadrazamdır.
Ülkenin kaderini o sırada bu ikisi ellerinde tutmaktadır. Mustafa Kemal bu raporu yazdığı sırada Halep’te 7. Ordu’nun başında bulunan 36 yaşında genç bir paşadır (Mirliva/Tuğgeneral). Arkasında Çanakkale savunması (1915), Doğu cephesinde Ruslara karşı yönettiği savaşlar vardır (1916).
BAĞDAT’IN DÜŞÜŞÜKIRILMA YARATIR
Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanlarla askeri ittifak halinde girdiği I. Dünya Savaşı’nın üçüncü yılıdır. Mustafa Kemal o sırada Enver Paşa tarafından Suriye’deki 7. Ordu Komutanlığı’na atanmıştır. Savaş yorgunu ülkede halk perişan, ordu perişandır. Osmanlı’nın güney kanadındaki Irak-Suriye cephesindeki savaş da umutsuz durumdadır. İngilizler 11 Mart 1917’de Bağdat’a girerler. Padişah V.Mehmet Reşat Bağdat’ın düşmesine çok üzülür. Çünkü yaklaşık 200 yıldır kesintisiz olarak Osmanlı egemenliğinde kalmış olan Bağdat, adı şarkılarda şiirlerde, efsanelerde geçen prestijli bir Osmanlı şehridir. Bağdat’ın düşmesine Alman Genelkurmayı da çok üzülür. Çünkü Almanya açısında son derece stratejik bir girişim olan Berlin-Bağdat demiryolu hattının varış noktası İngilizlerin eline geçmiştir. Bu büyük Alman projesı suya düşmüştür.
Padişah’ın da arzusuyla, Enver ve Talat derhal harekete geçerler. Berlin’e giderler. Alman Genelkurmayı’ndan ünlü General Falkenhayn’ın Bağdatı kurtarmak için Osmanlı ordusuna gönderilmesini isterler. Beklentileri Falkenhayn ile birlikte gönderilecek kuvvetli bir Alman askeri gücü, ekstra silah ve paradır. Falkenhayn son olarak 1916 yılı sonunda Romanya’da Bükreş’i fethetmiştir ve ‘Bükreş fatihi’ olarak anılmaktadır. Aynı Falkenhayn daha önce de Fransa’da Verdun’de savaşmış ve başarısız olduğu için o cepheden alınmıştır. Orada kazandığı lakap ‘Verdun kasabı’dır. Sert ve acımasız bir komutan olarak makinalı tüfeklere karşı öne sürdüğü Alman askerini kırdırmıştır. Alman Genelkurmayı Falkenhaynı, yeni kurulan ‘Yıldırım Orduları’ komutanı olarak Osmanlı ordusuna desteğe gönderir.
Enver Paşa da Mustafa Kemal’i 7. Ordu komutanı olarak o cephede Falkenhayn’ın emrine verir. Daha önce cephede üst komutan olan Cemal Paşa’dan yetkiler alınır. Tüm yetkiler Falkenhayn’a verilir.
Falkenhayn’ın emrinde 7. Ve 8. Ordular vardır. 7. Ordu’nun başında Mustafa Kemal Paşa, 8. Ordu’nun başında Alman General Kress Paşa (Kress von Kressenstein) bulunur.
Falkenhayn Mustafa Kemal’in elindeki 7. Orduya bağlı birlikleri yavaş yavaş Kress’in elindeki 8. Orduya kaydırır. Sonunda Mustafa Kemal ‘işlevsiz bir komutan olarak’ ortada kalır. İşte bu şartlarda isyan ederek bu şiddetli bildiriyi kaleme alır. Genel cephenin ‘Müslüman Osmanlı’ bir komutana (Cemal Paşa) ve Yıldırım Orduları komutasının da kendisine verilmesini ister. Enver Paşa bu teklifi reddeder ve Falkenhayn’ı destekler.
TALAT PAŞA İLEÜÇ SAAT GÖRÜŞÜRLER
Oysa Mustafa Kemal isyan muhtırasının sonunda şu çarpıcı tespiti de yapmaktadır:
“Bu halde hükümet takviyesi ve memleket şerefi şöyle dursun, memleket tümüyle bizim elimizden çıkarak Alman sömürgesi haline gelmiş olacaktır ve General Falkenhayn bu maksat için bizim borcumuz olan altınları ve Anadolu’dan getirdiğimiz son Türk kanlarını kullanmış bulunacaktır.”
İşte bu şartlarda yazdığı isyan muhtırasını, dönemin önde gelen tüm İttihatçı yöneticilerine de gönderen Mustafa Kemal 7. Ordu’dan istifa eder. Kendi deyimi ile ‘asi bir general’ olarak İstanbul’a gelir. Artık ‘işsiz bir general’dir ve akıbetinin ne olacağını da bilmemektedir. Çünkü böyle isyankâr bir çıkışın sonucu, Divanı Harbe verilmek, ordudan atılmak, hatta idam bile olabilir. Mustafa Kemal tüm bunları göze alarak, bildiğini ve inandığını söylemekten çekinmemiştir.
Talat Paşa daha sonra Berlin’de 1920’de kaleme alınan anılarında, İstanbul’a gelen Mustafa Kemal ile 3 saat görüştüğünü ve harbi kaybettiklerini o zaman anladığını yazacaktır. Talat Paşa hiçbir görevi kabul etmeyen Mustafa Kemal’i, Enver Paşa’nın hışmından korumak için, o sırada Kayzer’in davetlisi olarak Almanya’ya giden Veliaht Vahdettin’in yanına ‘askeri danışman’ olarak verir. Bu seyahat Vahdettin ile Mustafa Kemal’in tanışmasını da sağlar. Hatta onun Vahdettin tarafından Anadolu’ya gönderilmesinin ve 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkarak Kurtuluş Savaşı’nı başlatmasının da yolunu açacaktır.
NUTUK’UN ÖNSÖZÜ SAYILIRMustafa Kemal’in 1917’de yazdığı bu ‘İsyan Muhtırası’, onun daha sonra 1927’de yazıp okuduğu ‘Nutuk’tan daha çarpıcı bir belgedir. Bir anlamda Nutuk’un önsözüdür.
Nutuk Mustafa Kemal’in iktidardaki söylemidir, İsyan Muhtırası ise Mustafa Kemal’in muhalefet söylemidir. O bu muhtırayla İttihatçı liderlerle kendi arasına siyasi bir çizgi çekmiş, milli ve milliyetçi bir politika izleyeceğini ilan etmiştir. Daha sonra bunu gerçekleştirmiştir.
‘İsyan Muhtırası’ Mustafa Kemal’in siyasi sorumluluk alma, gerçeği ve fikirlerini her şart altında söyleme cesareti ve ülke çıkarlarını kendi çıkarlarının önünde tutma konusunda, ondan ilham alan günümüz kuşakları için de bilinmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken bir ders niteliğindedir.
İşte o muhtıra
Halep 20 Eylül 1333-1917
1-Sadrazam ve Dahiliye Nazırı Talat Paşa Hazretleri’ne
2-Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa Hazretleri’ne
ZATA MAHSUS (şifreli tel) (KİŞİYE ÖZEL ŞİFRELİ)
Vaziyet-i umumiye (genel durum) hakkındaki mütalaat-ı acizanemi (acizane görüşlerimi) berveçh-i ati arzediyorum (aşağıda olduğu gibi sunuyorum):
Memleketin mukadderat-ı umumiyesini (genel kaderinden) idarede mesul ve methaldar (sorumlu ve pay sahibi olan) zat-ı devletlerinin ifadatımı (açıklamalarımı) hiçbir bedbinliğe (kötümserliğe) ve telaşa hamletmeyerek (yormayarak) kamil-i itidal (soğukkanlılıkla) ve ciddiyetle telakki edeceklerine (karşılayacaklarına olan) itimadım, mülahazatımı ihata edebildiğim en vasi mikyasta (düşüncelerimi kavrayabildiğim en geniş ölçekte) tasvire saik (sebep) olmuştur.
1-Ahval-i umumiye-i memleket (memleketin genel durumu) her şeyden evvel nazar-ı dikkati caliptir.
Harp, her milletten olan anasırımızı bilaistisna (istisnasız her milletten unsurlarımızı) son dereceye getirmiştir. Ahali ile idare arasındaki revabıt (bağlar) sarsılmıştır. Evlerinde kalan ahali her nokta-i nazardan (bakımdan) hükümetten uzak kalmaktan menfaattar bir hale gelmiştir. Çünkü kalan ahali ya kadınlardan, ya acizlerden veya firarilerden ibaret olup, mahsulatı, say ve amelleri (emeklerinin ürünleri, gayret ve iş güçleri) kendi idame-i hayatlarına (yaşamlarını sürdürmek) için kafi değil iken hükümat-ı mülkiye (devlet yöneticileri) ve askeriye onlardan açlık ve ölüm mukabilinde (karşılığında) mameleklerini (varını yoğunu) ahz ve talepte daha ziyade musır (istemek ve almakta ısrarcı) ve muannit (inatçı) olmek mecburiyetindedir.
Diğer taraftan hükümat-ı mülkiyenin acz-i tamamı (devlet yöneticilerinin tam bir acizlik içinde olması), umumi bir anarşiye sürüklenen hayat-ı umumiyeyi (genel yaşantıyı) idareye mani olup hukuk-ı ahali namına ne mutavasser (halkın hakları için ne tasarlanmış) ise kaffesini adl ve hakka mugayir (hepsi adalet ve hukuka aykırı) ve binaenaleyh (dolayısıyla) ahalinin tezyid-i nefretini müeddi bir şekilde (halkın nefretini arttıracak şekilde) halletmek itiyad-ı zaruresindedir (zorunda kalmıştır).
Hükümat-ı mülkiyenin acz-i tamamı (devlet yöneticilerinin tam bir acz içinde olması), bir kuvve-i zabıtanın fikdan-ı mutlakından (bir polis gücünün noksanlığından) ve derd-i ihtiyaç ile alelumum memurine tari olan (ihtiyaç yüzünden tüm memurların yöneldiği) irtikap (rüşvet) ve ihtikar (vurgun) ve sui-istimalattan (kötüye kullanmadan) ve memurinin keyfiyeten (memurların nitelik olarak) düşkün bir hale gelmesinden ve umur-ı adliyenin (adli işlerin) suret-i mutlakada (doğru biçimde) işlenmemekte olmasından ileri gelmektedir.
Bu esbap (nedenler), hayat-ı umumiyeyi her köşede ve her beldede esasından çürütmektedir.
İaşe-i umumiyenin (genel iaşenin) ve umur-ı ticariye ve iktisadiyenin (ticaret ve iktisadi işlerinin) müthiş bir süratle inhitata (inişe geçmeye) başlaması alaim-i asliyedendir (bunun başlıca göstergelerindendir).
Bugün bir para meselesi hasıl olmuştur ki, bu dert ne ahalide (halkta), ne memurinde (devlet memurlarında) bir emniyet-i ati (gelecek güvencesi) bırakmamakta ve erbab-ı namusu (namusluları) alaik-i mukaddeseden (kutsal ilişkilerden) tecerrüde sevk ve icbar etmektedir (uzaklaşmaya yöneltmekte ve zorlamaktadır).
Binaenaleyh harp devam ettiği halde (savaş sürerse) karşısında bulunduğumuz en büyük tehlike, her taraftan çürüyen bina-ı muazzam-ı saltanatın (muazzam saltanat binasının) bir gün dahilen (içeriden) birdenbire ve hep birden çökmesi ihtimalidir.
2-Vaziyet-i umumiyeyi askeriye (genel askeri vaziyet), harbin yakın bir atide hitamına (yakın bir gelecekte sona ereceğine) işaret vermemektedir.
Müttefiklerimizin darabat-ı askeriye ile (askeri darbelerle) düşmanlarımızı mecbur-ı sulh edecekleri (barışa zorlamaları), artık mevzubahis (sözkonusu) olmayıp Almanlar münhasıran idare-i sevkülceyşiyeyi (özellikle stratejik idareyi) ‘Geliniz! Bizi mağlup ediniz!’ esasına raptetmişlerdir (bağlamışlardır).
Düşmanlarımızın birbirinden ayrılmayacaklarını zaman göstermekte olup, düşman ahalinin de sefalet ve mahrumiyeti daha az olmak ve kendi itikatlarınca (inançlarınca) emin bir neticeye vasıl olmak (ulaşmak) ihtimaliyle bizim dayanabileceğimiz kadar imtidad-ı harbe tahammülleri tabiidir (bizim dayanacağımız noktaya kadar savaşı sürdürmeleri doğaldır).
Binaenaleyh (nitekim) harp daha çok imtidad edecektir (uzayacaktır) ve harbin hitamı (sona erdirmenin) anahtarları bizim partinin (tarafımızın) elinde değildir neticesini çıkarmak lazım gelir.
3-Türkiye’nin vaziyet-i askeriyesi (genel askeri durumu) şudur:
Ordu, harbin edvar-ı iptidaiyesine nispetle (ilk dönemine oranla) fevkalade zayıftır. Birçok orduların mevcudu, lazım olan miktarın beşte biri gibidir. Memleketin insan menabii (kaynakları) ikmale muktedir değildir (tamamlanması mümkün değildir). Hatta Yedinci Ordu gibi bütün memleket içinde ikmal ve takviyesine çalışılan yegane orduyu dahi, daha düşmana bir tek kurşun atmadan kuvvetli tutmaya imkan bulamıyoruz.
Takat-ı umumiyeye (genel kuvvetimize) bir misal olmak üzere arz edeyim ki, cihanın en müşkül (zor) işlerini görmek üzere biner mevcutlu taburlarla bana gönderilen 59. Fırka’nın (tümenin) yüzde ellisi ayakta durmaya mecalsiz zuafadan (zayıflardan) ibaret olduğundan, tefrik edilmiş (ayrılmış) ve sağlam kalan efrat (asker) 17-20 yaşındaki neşvünemasız (yetişmemiş) çocuklarla 45-55 yaşındaki amelmandalar (yaşlı ve sakatlar) kalmıştır.
Diğer en iyi fırkaların (tümenlerin) taburları da Dersaadet’ten (İstanbul’dan) bin mevcutla hareket ve en kuvvetlisi beş yüz mevcutla Halep’e muvasalat etmişlerdir (ulaşmışlardır).
Bu halin esbabı (sebepleri) hayat-ı umumiyeye (genel yaşantıya) ve hükümat-ı mülkiyenin (devleti yönetenlerin) kuvvetlerine tabi (bağlıdır) ve binaenaleyh (bundan ötürü) bugün ıslahı, orduların elinde olmayan avamile merbuttur (etkenlere bağlıdır).
Bu misal gösteriyor ki, bütün menabii (kaynakları) toplayarak ufak bir kısmı dahi kavi (sağlam) bir halde bulundurmaya imkan yoktur.
Heyet-i zabitanın kemiyet ve keyfiyeten (nitelik ve nicelik olarak) noksan-ı muhtacı izah değildir (eksik olduğunu açıklamaya gerek bile yoktur).
Cephelerimizin metalip (talep) ve ihtiyacı şudur:
Garpta (Batıda) düşmanla karşı karşıya temas mevcut değildir. Ancak payitahtımız (başkentimiz) ve cihan ile olan muvasala-i bahriyemiz (dünya ile olan deniz bağlantısı dolayısıyla) ve en zengin mamurelerimiz (yerimiz) bulunduğundan, garp cephelerimizde düşman tarafından hayati darbelere teşebbüs edilmesi ihtimali mevcuttur.
Kafkasya’da vaziyet-i askeriye (askeri durumumuz)hal-i tevakkufta (duraklama halinde) olup tarafımızdan istirdad-ı mafata (kaybedilenlerin geri kazanılması) teşebbüs mümkün değildir.
Rusların ahval-i dahliyeleri (iç durumları) ve Avrupa’da ihtiyaçları, faal harekatta bulunmalarına pek müsait değilse de herhangi bir sebeple Ruslar buna teşebbüs ettikleri halde bunu men (önleme) veya tahdit (sınırlama) bizim kuvvetlerimize bağlı olmayan bir meseledir.
Ruslar kendi hazırlıkları ve kendi vasıtaları nispetinde iş görürler, bunların müsait olmadığı yerde tevakkuf ederler (dururlar).
Irak’ta İngilizler hedeflerini istihsal etmişlerdir (hedeflerine ulaşmışlardır). Binaenaleyh daha ileriye temdid-i istila etmesi (işgali sürdürmesi) için esbab-ı iktisadiye ve siyasiye ve askeriye (siyasi, ekonomik ve askeri bir neden) olmadığı kanaatindeyim.
Mahaza (bununla beraber) eğer düşman temdid-i harekat (harekatı sürdürür) ve iktisab-ı muvaffakiyet ederse (başarıya ulaşırsa) zayiat-ı mevcudiye (mevcut kayıplara), mesela Musul’un da kayıplara ilavesi, hayat-ı umumiye bir darbe-i kat’iye mahiyetinde olamaz (genel duruma kesin bir darbe vuramaz). Denilebilir ki vaziyet-i umumiye adeta değişmemiş olur. O halde bu cephede dahi biz intizardan (seyirci olmaktan) başka bir şey yapamayız.
Sine ve Hicaz cephelerinde düşman ehdaf-ı askeriye ve siyasiyesini henüz istihsal etmemiştir (askeri ve siyasi gayelerine henüz ulaşamamıştır) ve anlaşıldığına göre bunun için kemal-i hararetle (büyük bir çabayla) hazırlanmaktadır.
İngiltere’ye hadim (hizmet eden) bir alem-i İslam’ın esası ve İngiltere nüfuzuna tabi bir Filistin hükümeti hıristiyaniyesinin teşkili (hıristiyan hükümetinin kurulması) ve bu suretle Mısır ve Süveyş ve Bahr-i Ahmer’in (Kızıldeniz’in) ilelebet temini ve Türkiye’yi son kuvay-i diniyesinden (son dini kuvvetlerinden) ve en güzel mamurelerinden (yerlerinden) teb’id (uzaklaştırma) ve tecrit (ayırmak) hevesleri, İngiltere için adeta Harb-i Umumi’nin hedeflerinden olacak kadar mühim, bizim için de telafisi mümkün olmayan darabat-ı hayatiyeden maduttur (hayati bir darbe sayılır).
Hulasa garpta muhtemel taarruzat-ı ciddiyeye muntazır olmak (olası bir ciddi saldırıya hazır olmak) ve Suriye hududunda vazıh ve müstahzar olan (açık, hazırlı olan) düşman harekat-ı asliyesine muvaffakiyet (asıl harekatına meydan) vermemek, vaziyet-i umumiyeyi askeriyemizin şimdiki mübrem (vazgeçilmez) talepleridir.
Vaziyet-i umumiye bu halde iken mesela son kuvvetlerle Irak’ın istirdadını (geri alınmasını) düşünmeye imkan yoktur.
En kuvvetli sebep, düşman daha kavi (güçlü) ve daha hazır olarak Sina’dadır ve bu düşmanı incizap gayri kabil-i ihmaldir (düşmanın çekilmesi beklenemez).
Saniyen (ikincisi), maddeten de imkan ve kuvvet yoktur. Bu işe teşebbüs edecek orduların bugünkü mevcutları pek zayıf ve kıymetsiz olup, daha iki ay yürüdükten sonra-biraz mübalağasıyla-(abartıyla) hademeden ibaret bir kütle kalır.
Düşmanın Bağdat’a şimendiferle ve gemilerle getirip yetiştireceklerine, şahturla (sallarla) ve deve ile mukabele edilemez. Velhasıl bu adem-i imkanlara (imkansızlıklara) en büyük delil, aylardan beri bir alayı iki gün yürütebilecek hazırlıkların el’an (henüz) vücuda getirilememiş olmasıdır.
4-Bu muhtasar nazar-ı umumiden (kısa genel bakıştan) netice-i istidlalim (çıkardığım sonuç) ‘’Artık her iş bitmiştir ve bulunacak bir çare kalmamıştır’’ zemininde değildir. Böyle bir kanaat-i bedbinanenin (karamsar görüşün), düşmanların ve tehlikelerin en vahimi olduğunu izaha hacet görmem. İmkan-ı halas ve hayat (kurtuluş ve yaşam olanağı) mevcut olup ancak tedabir-i sabeyi (çözüme götürecek önlemleri) bulmak lazımdır.
Acizlerine göre (bence) bugün takip olunacak kararlar berveçh-i ati (aşağıdaki gibi) olmalıdır:
a) Dahilen takviye-i hükümet (içeride hükümeti takviye etmek) ve temin-i resanet (güvenliği sağlamak), memurları mümkün olduğu kadar umur-ı adliyeyi (adli işleri), herhalde iaşe-i umumiyesiyle ve iktisadiyeyi tanzim (genel iaşe/beslenme ile ticaret ve ekonomi işlerini düzenlemek) etmek, hiç olmazsa suistimalatı hadd-i asgariye (kötüye kullanımı en aza) ve kabil-i tahammül (dayanabilecek) bir dereceye indirmektir. O suretle ki, memleket sağlam bir üssü’l hareke (hareket üssü) halinde bulunmalı ve imtidad-ı harp (savaş uzarsa) maazallah yeni zıyalar (kayıplara) ve felaketlere sebep olsa da, elimizde ve gerimizde kalacak menatık (bölgeler) ve ahaliyi herhalde dayanmaz çürük bir kütle halinde bulmamalıyız.
b) Siyaset-i askeriyemiz (askeri politikamız) bir müdafaa siyaseti ve elimizde bulunan kuvvetleri ve bir tek neferi son ana kadar saklamak siyaseti olmalıdır.
Bu siyaset memletimiz haricinde (dışında) bir tek Osmanlı neferi kalmasına mütehammil olamaz (tahammül edemez).
Sina Cephesi’nin temini (emniyette bulundurulmasının) taarruzla mı, veya müdafaa ile mi kabil ve musip (olanaklı ve isabetli) olacağı meselesine bugün karar verilemez. Çünkü düşman bugün orada insanca ve malzemece bize mütefevvik olup (bizden üstün olup) bizim bütün kuvvetlerimizi gönderebileceğimiz aylar zarfında intizar etmesine ihtimal (beklemesi olasılığı), fennen (teknik açıdan) pek azdır.
Bizim kuvvetlerimiz gelmezden evvel anın (onun) taarruz ederek karşısındaki kuvvet aleyhine bir netice-i kat’iye istihsal etmeye (kesin sonuca varmaya) kesin teşebbüsü tabiidir.
Bundan başka bizim kuvvet sevk edeceğimiz iki ay zarfında düşman isterse vesait-i nakil (ulaşım taşıtları) itibarıyla daha çok kuvvet getirmeye muktedirdir.
Binaenaleyh düşmanın daha evvel taarruz etmediği halde dahi (önceden saldırmasa bile) bizim sevkıyatımız hitam bulduktan (bittikten) sonra bugünkü tefevvukunu tezyit etmiş (üstünlüğünü arttırmış) bulunması ihtimal dahilindedir.
Velhasıl Halep’te bulunan kuvvetlerimizin Sina cephesine ne kuvvet ve kıymette muvasalat edeceği dahi malum (varacağı bile belli) olmadığından Sina cephesinin temini (emniyeti) için bugün mevki-i tatbikata (uygulama alanına) konulacak karar, münhasıran (özellikle) Yedinci Ordu kıtaatının hemen cenuba tahriki (güneye kaydırılması) mahiyetinde olabilir. Bu kuvvetleri bilahare nasıl istimal olunabileceğini (daha sonra nasıl kullanılabileceğini) bugün katiyetle tayin etmeye, kuvvetlerimizi israf etmemek mülahazasından sarf-ı nazara (vazgeçmeye) harita üzerinde askerlikçe dahi imkan yoktur.
Yedinci Ordu kıtaatının cenuba tahrikiyle husule gelecek (güneye kaydırılması ile meydana gelecek) halita-ı askeriyenin (askeri karışımın) her türlü kuyud-i müzice-i siyasiyeden azade (her türlü olumsuz siyasi etkilerden uzak) ve memleketin dahili ve harici bütün ihtiyacatına vefa edebilecek (memleketin iç ve dış bütün ihtiyaçlarını karşılayacak) bir surette tanzim ve sevk ve idaresinde en kestirme tarik (yol) şudur:
Bütün Suriye ve Hicaz şimdiye kadar olduğu gibi her hususta bir Müslüman Osmanlıya ait olur ve bunun taht-ı emrinde (emri altında) olarak Sina cephesinin harekatını müstakilen (bağımsız olarak) diğer bir Müslüman Osmanlı deruhte eder (üstlenir).
İşte menafi-i vataniyeye en muvafık (ulusal çıkarlara en uygun) olan şekil budur.
General Falkenhayn’in gelmiş ve onunla taahhudat-ı müstacele yapılmış (gelmesi ve onunla alelacele tahhütlere girilmesi) ve Kress’in minelkadim iktisab-ı hukuk etmiş (daha önceden hak kazanmış) olması, velhasıl Almanları idare etmek gibi esbab ve avamil (nedenler ve etkenler), menfaat-ı vataniyenin istilzam ettiği şekl-i vazıh ve katiye mani olamaz itikadındayım (ulusal çıkarların gerektirdiği açık ve kesin şekillere engel olamaz inancındayım).
Hayat ve memat mesailinde olsun (böyle bir ölüm-kalım meselesinde dahi) ita-i karar (karar verme) hakkından mahrum bulunduğumuzu zannetmiyorum.
Mahaza (bununla birlikte) benim bildiğim esbab (sebepler)Falkenhayn’ın istihdam (iş başında kalması) uğrunda menafi-i vataniyeyi (ulusal çıkarları) kısmen tehlikeye düşürecek derecede kuvvetli addettiriyorsa (sayılıyorsa) ve Sina cephesinin Kress’in ve Yedinci Ordu Kumandanı’nın taht-ı emrinde (emri altında) iki ordu tarafından müdafaası ve bu iki orduya Falkenhayn’ın kumanda etmesi icap ediyorsa menfaat-i vatan için bu surette hizmetten içtinap olunmaz (kaçınılmaz). Ancak bu halde General Falkenhayn’ın bütün Suriye ve Hicaz’a kumanda eden zatın (kişinin) taht-ı emrine girmesi münakaşaya mütehammil olmayan (tartışma götürmez) bir meseledir.
Bu halde, devlet nazarında en ali mesul (yüksek sorumlu) bir Osmanlı olup, bütün kuvay-i dahiliye ve siyasiye (içerdeki kuvvetler ve siyasi irade) onun elinde ve Falkenhayn münhasıran (özel olarak) bir askeri kumandan vaziyetinde kalır. Sevk ve idarenin hudut-ı asliyesiyle (ana hatlarıyla) beraber bilcümle (toptan) geri hidemat ve vilayetlerin ve aşairin (aşiretlerin) idaresi bizim memleketimizin bir öz evladının taht-ı idaresinde bulunur.
Yedinci Ordu Kumandanlığı’nda kaldığıma nazaran benim müstakil (bağımsız) ve kanunen bütün arkadaşlarıma muadil (denk) bir ordu kumandanı iken bu suretle ikinci ve üçüncü derecede bir kumandan vaziyetine düşmekliğim mucibi teessür (üzüntü kaynağı) olsa da bu cihet (taraf) menafi-i vataniye karşısında (ulusal çıkarlar uğruna) meskut bulunabilir (sessizce karşılanabilir).
Ancak bu takdirde nazarı dikkatten dur olmamak lazım gelen (dikkatten kaçırılmaması gereken) nazik bir nokta vardır: Yedinci Ordu kıtaatının kamilen gidip Kress’in kıtaatı ile benim kıtaatımın kabil-i tefrik bir hale gelmesine (kıtalarımın ayrılabilir bir hale gelmesine) ahval-i harbiye (savaş durumu) mani olabilir. Yani daha biz nakliyata başladığımız andan itibaren düşman Sina cephesine taarruza başlar.
Bu halde gönderilen kuvvetlerin arzu edildiği gibi bir kumandaya raptına ahval müsait olmayıp (bağlanmasına durum uygun olmayıp) her gelen kıtanın parça parça muharebeye ve yek diğerine müteakıp (birbirinin peşisıra) Kress’in kumandasına girmesi icap edebilir.
Bu hale göre nihayette ordu karargahı yalnız başına fazla ve işsiz bir şekle girip bütün kıtaat parça parça Kress’e ait kalmış bulunabilir.
Eğer vaziyet-i harbiye (savaş durumu) bu suret-i hareketi (böyle hareket etmeyi) mecburi kılarsa vatanın mukadderatı mevzubahis olurken (ulusun kaderi söz konusuyken) bizzarure kendimin seyirci kalmama tevekkül ve tahammül edemem (zorla seyirci kalmaya razı gelemem ve dayanamam). Bu halde yapacağım iş, en ufak bir kıtamın müdahale ettiği cepheyi ve ve muharebe hatlarını bilakayt ve şart (kayıtsız şartsız) kendi taht-ı emrime almaktır. Yani kuvvetler muharebe sebebiyle Sina cephesinde bir kumanda altında erimeye mecbur olursa bu kumandan ancak ben olabilirim. Daha bidayetten (en baştan) itibaren bu noktayı görmüş ve buna karar vermiş olmak lazımdır.
Suriye heyet-i umumiyesinin (Suriye’nin tamamının) Falkenhayn’e verilemeyeceği meselesinde Almanları kırmak ve onların kuvvet ve lüzumlarını ihmal etmek gibi kısa bir mülahazaya tabi olmadığıma itimat buyurmalısınız.
Elyevm (bugün) içinde bulunduğumuz bataklıktan Almanlarla beraber bulunarak kurtulmak zaruri ise de (zorunluysa da) Almanların bu zaruretten ve imtidad-ı harpten (savaşın uzamasından) istifade ederek bizi müstemleke (sömürge) şekline sokmak ve memleketimizin bütün menabiini (kaynaklarını) kendi ellerine almak siyasetine muarızım (karşıyım) ve rical-i devletin (devletin ileri gelenleri) bu hususta hiç olmazsa Bulgarlar kadar müstakil (bağımsız) ve kıskanç olmalarını lüzumlu görürüm.
Müstakil ve esbab-ı istiklalde (ayrı ve bağımsız olma sebeplerinde) kıskanç olduğumuz Almanlarca gereği gibi anlaşıldığı gün onların bizi Bulgarlardan daha muteber (saygın) göreceklerine sizi temin ederim.
Hüsn-i idare edeceğim (durumu idare edeceğiz) diye mütemadiyen (sürekli) fedakarlıkta bulunmak, herhangi bir müttefike ve tahsisen (hele) Almanlara merhamet ve insaf telkin etmeyip, belki verdiklerimizin yüz kat fazlasına onları tahris(hırslandırır) ve teşvik eder.
Bugün Falkenhayn her vesilede herkese karşı Alman olduğunu ve elbette Alman menfaatini en ziyade (Alman çıkarlarını en fazla) düşüneceğini söyleyecek kadar mütecasirdir (küstahtır).
Halep’te ve Fırat’ta ve Suriye’de Alman siyaseti ve Alman menfaatinin (çıkarı) ne demek olduğunu ve bu bahusus (bu hususta) bu sözü sarf eden bir Alman konsolosu olmayıp yüz binlerce Türk kanı için karar vermek mevkiinde bulunan bir kumandan olursa, işin tamamen menafi-i vataniyemize gayrı muvafık (ulusal çıkarlarımıza aykırı olarak) cereyan ettiğini anlamamak mümkün değildir.
Falkenhayn geldiği günden beri aşair rüesası (aşiret reislerine) Alman mülazımları (teğmenleri) göndererek doğrudan doğruya temas hasıl etmektedir (kurmaktadır) ve ‘Araplar Türklere düşmandır. Biz Almanlar bitaraf (tarafsız) olduğumuzdan onları kazanabiliriz’ sözünü bizzat bana, bir ordu kumandanına sarf etmiştir.
Irak harekatının gayr-i kabili icra (uygulanamaz) olduğunu kendisi daha ilk günden beri anlamıştır. Irak hareketini, memlekete yerleşmesi için vesile ittihaz etti. Hakikatte ideali bütün Arabistan’ı Alman idaresine almak idi. Nitekim planın ikinci safhasına başlamıştır. Irak hedefi tabiatıyla tebeddül edince (doğal olarak değişince) Sina cephesinde bir taarruz mevzubahis etti (bir saldırı söz konusu oldu). İki ay sonra taarruz mu müdafaa mı lazım olduğunun şimdiden kestirilemeyeceği herkes gibi onun nazarında da ayandır (onun gözünde de açıktır). Fakat bugünkü taarruz sözü bütün Suriye, yani Arabistan’ın taht-ı idaresine (yönetimi altına) girmesi için bir vesile-i cazibeden (cazip bir nedenden) başka bir şey değildir.
İki ay sonra ahval taarruza gayri müsait olup (durum saldırıya uygun olmayıp) bütün kuvvetlerle Filistin’in müdafaası mümkün olursa, General Falkenhayn’ın cihana ve memleketimize karşı en büyük muvaffakiyeti kazanmış şeklinde arz-ı vücut edeceğine (ortaya çıkacağına) şüphe yoktur.
Bu halde takviye-i hükümet ve memleket şerefi şöyle dursun memleket kamilen (tümüyle) bizim elimizden çıkarak bir Alman müstemlekesi (sömürgesi) haline girmiş olacaktır ve General Falkenhayn bu maksat için bizim borcumuz olan altınları ve Anadolu’dan getirdiğimiz son Türk kanlarını istimal etmiş (kullanmış) bulunacaktır.
Velhasıl gerek hükümat-ı mülkiye (devlet yöneticilerinin) ve gerek ahali içinde yapılacak işlerin alelade bir memleket meselesi değil, en birinci bir müdafaa-ı memleket (vatan savunması) meselesi olduğu, bu devrede memleketin hiçbir köşesinin herhangi bir ecnebi taht-ı nüfuz ve idaresine (yabancı egemenliği ve yönetimi altına) verilmesi, hayat-ı saltanatı katiyen ihlal ve iptal eder (saltanat hayatını bozar ve kesinlikle ortadan kaldırır).
İşte benim mütalatım (görüşlerim) bundan ibarettir. Bulunduğunuz mevki sebebiyle bunları tasvir etmekle vicdanım üzerinden ref-i bar etmiş olduğuma kaniim (vicdanım üzerindeki bir yükü atmış olduğum düşüncesindeyim).
Yedinci Ordu Kumandanı
Mustafa Kemal