Üretim basit olarak tarif etmek gerekirse ilk akla gelen insanın yaşaması için gerekli maddeleri elde etmesidir. Ancak madde elde etmek denilince akla pek çok skeptik kavram gelmektedir. En çok anlaşılmayan ise tarihsel olarak “basit yeniden üretim” ve “geniş yeniden üretim”dir. Önsel olarak basit üretim tüketeceğin kadar üretimdir. Geniş yeniden üretim ise kâr güdüsüyle tükettiğinden fazla üretmektir. İnsan düşünce ve davranışlarını ise bu iki kavram açıklar. Üretimden bilim insanının, işçinin, köylünün, tefecinin veya finans-kapitalin anladığı farklıdır. Bunların bazıları üretmeden tüketirken bazıları üretirken aynı zamanda köleleşmektedir. Diyalektik olarak üretimin toplumcul ve teknik ilişkiler içerisinde tabiattan madde alışverişi olduğunu söyleyebiliriz.
İlkel komünal toplumlarda, yani tarihsel komünanın insanları tüketilecek kadar üretim yaparlardı (Kıvılcımlı, 2016: 24). Ancak avcı toplumdan çobanlığa geçiş ve bu proseste medeni kent devletlerinin kuruluşu ile birlikte yeni tip bir sınıf ortaya çıktı: “Tefeci bezirgânlar”. Bu sınıf para gücünü de elinde bulunduruyordu (Kıvılcımlı, 2016: 25). Amacı sadece para kazanmaktı. Bu prosesteki sınıfsız toplumdan sınıflı topluma geçişi sinizm ile açıklayamayız. Ancak burada şunu ifade edebiliriz: “Toplumsal ilişkilerde ciddi kırılmalar ve değer değişimi yaşanmıştır”.
Tarihsel arka planda iki çeşit devrim yaşanmıştır: “Yukarı Barbarlık Konağı seviyesine değin yükselmiş kent’den çıkan ilkel-komünalar ve Orta Barbarlık Konağı seviyesinden yukarı çıkamamış Sürücü Çoban ilkel komünaları” (Kıvılcımlı, 2012: 28-29). Birinci kesimler üst yapı için gerekli zenginlikleri oluşturabilmiş ancak diğeri tarım ekonomisine geçmeyi başaramadığı için medeniyete geçmeyi başaramamıştır. İkinci türler genelde göçebe yaşamayı tercih etmiş ve genellikle yüksek teknikli işbölümü medeni ekonomik ilişkiler üzerine kurulu değildir (Kıvılcımlı, 2012: 29). Temel olarak sınıflı topluma geçişi özel mülkiyete bağlayan düşünürlerden biri de Rousseau’dur. Rousseau bu durumu şöyle ifade etmektedir: “ Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip “bu bana aittir.” Diyebilen, buna inanabilecek kadar saf insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun gerçek kurucusu oldu. Bu sınır kazıklarını söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da hemcinslerine “Bu sahtekâra kulak vermekten sakınınız! Meyvelerin herkese ait olduğunu, toprağın ise kimsenin olmadığını unutursanız, mahvolursunuz. Diye haykıracak olan adam, insan türünü nice suçlardan, nice savaşlardan, nice yoksulluklardan ve nice korkunç olaylardan esirgemiş olurdu!” ( Rousseau, 1995: 135)
Antika medeniyetin yedi bin yıllık sınıfsız toplum geçmişi Rousseau’nun da belirttiği üzere özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla birlikte tarihten silinmiştir. Özel mülkiyetin ortaya çıkması ile egemen sınıfların ortaya çıktığı ve bu sınıfların kendi hegemonyaları için devlet kurdukları ifade edilebilir. Somut durumun somut tahlilini yapmak için tarihsel olarak mülkiyetin ne olduğunu ifade etmeliyiz. Mülkiyet tarih ve hukuk biliminde özgür ve bağımsız işlemlerin toplamıdır. İlkel Bezirgân medeniyetlerinde, sonra Kapitalist Toplumdaki bütün bu işlemler üst yapı vazifesi görmüştür (Kıvılcımlı, 2018: 27). Marx bu üst yapı ilişkisine fazla önem vermez. Onun için asıl sorunsal mülkiyetin ortaklığıdır. Oysa medeniyet ortaya çıkmadan önce toplumsal mülkiyet söz konusuydu.
Makalede belirttiğimiz üzere Marx, mülkiyetin tarifini şöyle yapmaktadır: “Çalışarak elde edilen mülkiyet ve çalışmadan yaşayan kişinin mülkiyeti”(Kıvılcımlı, 2018: 28).
ORTAK MÜLKİYET NEDİR YA DA KOMÜN MÜLKİYETİ NE ZAMAN BAŞLADI?
Bu konu sadece tarihin değil aynı zamanda arkeoloji, antropoloji, etnografya ve etnolojinin de konusuna girmektedir.
Bu sahadaki çalışmaların çözümlemesi ortaktır. İlk insanlarda kolektif mülkiyet davranışlıdır. Marx ve Engels bu konuyu özel olarak çalışmışlardır. Proudhon gibi düşünürler ise “Mülkiyet hırsızlıktır” diyerek kolaycılığa kaçmıştır.
Tarihçil maddeciliği savunanlar ise özel ve kamu mülkiyetini üretim ilişkilerine bağlamıştır. Toplumsal yapıdaki adaletsizlikler aslında tam olarak üretim ilişkileri özelinde özel mülkiyetin adaletsiz dağılımıdır. İlkel toplumda üretim ilişkileri şöyledir:
“İlkel olarak mülkiyet, insanın kendisiyle bir tek vücut olan, kendisinin olan ve kendi varlığı ile bitişik halde verili bulunan kendi doğal üretim şartlarına karşı davranışından başka bir şey değildir.” (Kıvılcımlı, 2018: 31)
Üretim için olması gereken şartlar ise ikidir:
1) İnsan, sübjektif şarttır;
2) Doğa, objektif şarttır.
İlkel komünal toplumda bu şartlar birbirine geçmiş durumdadır. Aslında birey, bir topluluğun üyesi olarak kabile entitesi halinde yaşar. Bu tür topluluklarda toprağın ve meyve-sebzeler ortak biçimde üretilir ve tüketilir.
Özellikle tarihçil maddeci aydınlara göre cinsel yasaklar toplumsal yasakları meydana getirmiştir. Örneğin komünal yaşamı araştıran Morgan, New York eyaleti içerisinde yaşayan İrokualar’ın içerisinde yaşayarak saha araştırması yapmış ve bu toplulukta ilkel komünal yaşamın izlerini bulmuştur. Morgan bu toplulukta “iki başlı aile” terimiyle adlandırdığı, taraflardan her ikisince güçlük olmadan bozulabilen karı-koca evliliğini ve İrokualalı erkeklerin aynı zamanda yalnız kendi çocuklarına değil, erkek kardeşlerinin çocuklarına da kızım dediğini gözlemlemiştir. Aynı gözlemleri Havai adasında da bulmuştur (Engels, 2015: 36).
Bachofen’nin ilkel komünal aile yaşamına dair Morgan ile benzer düşünceler ileri sürmüştür. Ancak Morgan, Bachofen’den bir adım ilerideydi. Çünkü Morgan ilkel komünal ilişkileri üretim ilişkileri içerisinde değerlendiriyordu. “Aile Tarihinde” Bachofen şunları ifade etmişti: (Kıvılcımlı, 2018: 39)
1) Bütün normlardan yoksun cinsel ilişkiler aşaması;
2) Soy zincirinin babahnalıktan ziyade anahanlığın etkisi altında olması;
3) Kadın egemenliği;
4) Tek eşliliğe geçiş toplumsal ilerlemenin değil toplumun dinin etkisi altına girmesi
Mc Lennan ise ilkel toplumlardaki dinsel oluşumların öncülüğünü totemizme bağlamıştır.Mc Lennan’dan başka pek çok araştırmacı da totemizmin dinlerin ilk temellerini oluşturduğunu ifade eder. (Kıvılcımlı, 2018: 43)
Animizm ve totemizm gibi inanışlar bir süre sonra egemen sınıfların kontrolüne geçer ve toplumda sömürgen ruhban sınıfı oluşur. Artık mitler, mucizeler, törenler ve ritüeller gelişecektir. Tanrı-devlet-yönetici sacayağı oluşur ve komünal toplumda çözülmeler başlar. Edward Wastermarck gibi skolastik Darvinciler ise yasaksız komünal toplumu anlamakta zorluk çekmişlerdir. Wastermarck olaya biyopolitik açıdan yaklaşma gereğini duymuştur. Düşünür, Vahşi Komün ile Barbar Komün’ü ayırma gereksinimi duymamıştır.
Tarihsel süreçte kapitalizm öncesi toplum anlayışı konusunu şöyle devam ettirebiliriz.
1. SİKLUS TEMELİ -MEDENİYET ÖNCESİ VE SONRASI TOPLUM ANLAYIŞI
İlk insanın medeniyetten önceki konumunu yalınkat bir şekilde doğanın çocuğu olduğu şeklinde açıklayabiliriz. Bugün itibariyle yapılan bilimsel incelemelerde ilkel toplumlarda insanlar kendilerini tabiattan ayrı tutmamıştır. İnsanlar, doğada elde ettikleri deneyimlerle devinim şeklinde düşünceleri pratiğe dökebilmeyi başarmıştır (Kıvılcımlı, 2016: 23). İnsanlık tarihini incelemek istiyorsak ampirik düşünmemiz gereklidir. Zira Bacon’un da belirttiği gibi devlet veya dinsel imgeleri kavrayabilmemiz buna bağlıdır.
Animizm inanışı varlık felsefesi kontekstinde bir kırılma yarattığını söyleyebilir miyiz? Çünkü bu anlayış oldukça fazla kınandı. Aslında animizm insanların doğadaki olaylara insanların kafa yorduğunu göstermesi açısından önemlidir. İnsanın doğasında olan şeylere ruh, tin veya madde üstü değerler atfedilmesi de animizm inanışına dayanmaktadır. Ruh-beden dikotomisinde de metafizikçiler ruhtan yana tavır koyarken tarihçil maddeciler maddeden yana tavır sergilemişledir. Anahanlıkta totem ise cinsel yaklaşma yasağının demokratik sembolüydü. Sürü sahibi babahanlıkta ise tabu ortaya çıktı. Tabu ise özel mülkiyetin kutsallığını işledi (Kıvılcımlı, 2016: 23). Egemen sınıflar dinlerin belirmesiyle birlikte kendilerine dokunulmazlık atfettiler. Varlıküstü şeylere ise Tanrı adı verildi. Artık insan Tanrı’nın kuluydu.
Tarihsel sırayı izlemek için dinsel varoluşçuluğu da ele almamız gereklidir. Çünkü antikite de bu daha eskidir. Kierkegaard bunu Sokrates’e kadar uzandırır. Bilindiği üzere Sokrates’de ahlakçı ve erdemci bir filozoftur. Sartre’de Tanrıtanımaz varoluşçuluğun temsilcilerindendir (Foulquie, 1998: 53). Sartre gibi filozoflar metafizikçilerin aksine tarihsel olarak insanların özgür olduğuna inanır. Metafizikçilere göre toplumda yaşanan krizler tanrının insanlara verdiği geçici sıkıntılar iken Sartre gibi düşünürler bu krizleri kapitalizmin kendi iç çelişkileri ile açıklar. Sarte ise gerçek özgür bireylerin Antika Çağ’da olduğunu ifade eder. Varoluşçulara göre; ereklerimizi kendimiz özgürce seçebiliyorsak hiçbir şey kaybolmuş olmaz. Burada asıl olan ereklerimizi doğru saptayabilmemizdir. Peki ereklerimizi nasıl seçersek özgür olabiliriz? sorusu aklımıza gelebilir. Cevap: “sağduyu ve doğru irade”.
Mutlak özgürlük olabilmesi için sağduyu ve doğru iradeyi kullanmamız gerektiği söylenmekte ancak devletin olduğu yerde bunlar mümkün müdür? Marx bu kertede Hegel’in devlet felsefesine şu eleştiriyi getirmektedir:
“Hegel modern devletin varlığını olduğu gibi tasvir ettiği için değil, devletin bugünkü varlığını esas var olan olarak öne sürdüğü için kabul edilemez.” (Sêve, 1998: 68).
Hegelcilik ile birlikte Fransız spiritüalizm içinde aynı şeyler ifade edilebilir. Zaten bu felsefe Fransız entelijansiyasının ortaya attığı bir fikirdi. Bu felsefenin oldukça tutucu olduğu pek çok düşünür belirtmiştir. Bu yüzden bu felsefe burjuva düzenin tinsel doğrulanması diye tarif edilebilir ((Sêve, 1998: 67).
Marx ve Engels’in öğretilerini aydınların afyonu olarak niteleyenler bu düşünürleri ekonomizm ile yani iktisadi indirgemecilikle suçlamaktadır. Oysa kaba maddeciliği Marx ve Engels daima karşı çıkmış ve erkek-kadınların toplumsal varlıklar olarak kendilerini ayırt ettiğini ifade etmişlerdir (Blackledge, 2017: 50-51). Marx’ın tarih anlayışı tarihsel üretim ilişkilerine dayanmaktadır. Ayrıca Marx toplumsal sınıfların ortaya çıkışını işbölümüne bağlamaktadır.
İşbölümünün oluşması da avcı-toplayıcı toplumlarda ortaya çıkmıştır. Zira cinsiyetler arası işbölümünün oluşması da bu döneme denk gelmektedir. Zamanla da düşünsel emek kol emeğinin önüne geçmiştir. Üretici güçlerin gelişmesi kapitalizmin gelişmesine yol açmıştır. Feodalizm çağında bireysel haklar topluluğa bağlıyken, kapitalizm, insanlığı, hakları topluluğun haklarına karşıtlık içinde düşünülen bireysel atomlara ayrıştırdı (Blackledge, 2017: 147).
Medeniyet sonrası toplumlarda devlet ile sivil toplum arasında dikotomik bir ilişki ortaya çıkmıştır. Birçok Marksist sivil toplumun ya da ekonominin devletten ayrışmasının başka bir ifade ile siyaset-ekonomi ayrımının, kapitalist üretim ilişkilerinin ürünü olduğunun altını çizmiştir (Coşkun, 2009: 61).
Günümüzde kamuoyunu etkilemenin en etkili aracı uygun olguların seçilmesi ve düzenlenmesidir. Talcott Parsons’un ifade ettiği üzere gerçeğe seçmeli bilimsel yönelmeler yapılmalıdır (Carr, 2015: 62-63). Bu yönelmeden yola çıkarsak genellikle siyaset bilimi devlet ile sivil toplum arasına bir sınır çeker. Diğer söylemle ifade etmek gerekirse devlet ile toplum dikotomik bir perspektiften ele alınır. Devlet ile toplum statik ve tarih dışı kategorilerdir. Bir nevi versus ekonomi-politiktir.
Avrupa ülkesi olan İngiltere’de kapitalizmin gelişmesini de devlet-toplum arasına konulan tarih dışı sınırın etkisi fazladır. İngiltere tüccarlarla koyun yetiştiricisi toprak sahipleri sayesinde zenginleşiyordu. Adaletsiz bir bölüşüm söz konusu olduğu için halk buna tepki gösterdi. Bunun üzerine “Büyük Şura yanında “Commun People” (Bayağı Halk) da vergi kesilmesi için oy vermek üzere milletvekili göndermeye çağırıldı. İngiltere Parlamentosunda, milletvekillerinin iki odası oldu: Lordlar Kamarası ve Bayağılar (Avam) Kamarası oldu” (Kıvılcımlı, 2018: 104). Ancak Doğulu ülkelerin pek çoğunda devlet ile toplum ilişkilerini düzenleyen basit bir Magna Carta’ya dahi sahip olamamışlardır (Kıvılcımlı, 2018: 104).
Temel olarak ideolojiler devlet-toplum arsındaki diyalektiği incelerler. İdeolojinin vülgarize (kaba) tanımı şöyledir: “İnsan ve toplumun geliştirdiği, insan ve toplum ve evrene ilişkin kapsamlı bilişsel (cognitive) ve ahlâkî inanç sisteminin bir biçimidir (Baydur, 1994: 25). Jean-William Lapierre gibi düşünürler ideolojilere olumsuzluk atfetmiştir ( Baydur, 1994: 27)
1) Ussalık yoktur;
2) Yayılmacıdır;
3) Kıyıcıdır vs.
Ancak Lapierre şunu gözden kaçırmaktadır: “Toplumsal sorunlara çare üretmek isteyen her kesimin bir ideolojisi vardır.” Örneğin; günümüzde neo-liberalizmin hüküm sürmesini savunan think tank kuruluşları, akademisyenler, bürokratlar vs. olduğu gerçeğinden yola çıkarsak.
2. KAPİTALİZMİN SIFATLARI-FİLANTRO KAPİTALİZM
A priori olarak kapitalizme sıfatlar bulmak kapitalizmi de kabul etmek anlamına gelebilir. Günümüzdeki eleştirel görüşlerde doğrudan kapitalizme değil, kapitalizmin türleri üzerine odaklanmıştır. Bu doğrultuda eleştiriciler kapitalizmin türleri ile uğraşılırsa yerine daha iyi bir sistemin gelebileceğini iddia etmektedirler. (Wolff, 2021: 5) Aslında eleştirilen şeyin kapitalizmin kendisi olduğunu söyleyemeyiz. Bu tarz sıfatlar kullanarak Trump tarzı ekonomik milliyetçiliğe dönülebilir. Trump’da ülkesindeki ekonomik gerilemenin faturasını göçmenlere çıkarmış ve “Önce Amerika” söylemi ile ortaya çıkmıştı. Ancak Trump’da selefleri gibi kapitalizmi hiçbir zaman eleştirmemiştir. Oysa Trump liberter görüşün tersine devlet müdahalelerini pratiğe dökmüştü.
Liberal anlayışın temel yanılgılarından biri de dış kaynak katkısı ve yabancı sermaye ile kalkınmanın sağlanabileceğidir. Yabancı sermaye ve dış borçlanma ile dünyada kalkınabilmiş tek bir ülkenin olduğunu söylemenin oldukça güç olduğunu söyleyebiliriz. Oysa kıt kaynakların verimli kullanılma bilimi olan iktisatta temel olarak girdilerin çıktılardan fazla olması gerekir (Temel ilke). Bu ilkeyi başaramayan ülkelerin ekonomisi genellikle kırılgan olur ve enflasyon içinde işsizliği birlikte yaşarlar. Yabancı sermayenin ülkeye girişi ile ilgili temel çözümleme şudur: “İstihdam yaratır, işsizliği azaltır, üretimi arttırır, teknoloji transferi gerçekleştirir ve ihracat pazarlarını konsolide eder” Oysa yabancı sermaye bir ülkeye girmek isterken genellikle iç pazara yönelik engelleri aşmak ve ucuz emek gücünden faydalanmak için girer. Ayrıca yabancı sermaye elindeki üstün teknolojileri hiçbir zaman girdiği ülkeye pazarlamaz ve söz konusu ülkeyi montaj sanayisi durumuna düşürmeye çalışır. Ülke yüksek borç altında istikrarsızlaşırken olası bir ekonomik krizde yabancı sermaye yatırım yaptığı ülkeyi çıkarları gereği terk eder ( Akgüç, 2021: 10).
Solda olmayan Keynesçiler kapitalizmin bazı sıfatlarına yoğunlaşmaktadırlar. Gelir-refah adaletsizlikleri ve kriz döngülerine yoğunlaşarak devletleri ekonomi-politik açıdan eleştirmişlerdir. Onlar için daha çok devlet müdahalesi gereklidir. Çözüm yolu olarak da para ve maliye politikalarının daha fazla kontrol içermesini görmektedirler. Daha solcu Keynesçileri ise kendilerini sosyalist olarak nitelemekte ve daha çok devlet müdahalesini savunmaktadırlar. Somut durumun tahliline göre kapitalizmin önüne sosyal demokrat, İskandinav tipi veya refah devleti konması kapitalizmin başka bir türüdür ( Wolff, 2021: 5).
Başka ülkeleri işgal etmeden sınırlarını açmanın başka türlü yolları vardır: “Modern Kapitalist Emperyalizm”. MKE, ülkelerin ekonomilerini, siyasi-hukuki yapılarını finans kapitalin çıkarlarına göre düzenlerken o ülkenin seçkinlerini akademisyenlerini, lobi kuruluşlarını ve devlet insanlarını kullanır. John Gray’ın Fals Dawn başlıklı yapıtında gösterdiği gibi “serbest piyasacı düzen” geçmişte ve gelecekte devlet eliyle inşa edilmektedir. Ancak tarih “omnia mutantur (her şey değişir)” demektedir (Yıldızoğlu, 2021: 11).
Önsel olarak liberal demokrasi denilen ideo-politik yaklaşımın madundan değil güçlü olandan yana olduğunu söyleyebiliriz. Güçlü olanlar çıkarlarını maksimize edebilmek için devinim halinde madunu baskılamaya çalışır. Özetle liberal demokrasi emeğin budanmasına hizmet edebiliyor (Doster, 2021: 12). Liberal demokrasiyi öven aydınlar genellikle sandığın gücünü kutsamaktadır. Fakat tarihte insan uygarlığının ileri sıçrayışlarının sandıktan geçmediği durumlar mevcuttur. Örneğin Cromwell Devrimi İngiltere’de demokrasinin yeşermesinde önemli bir kertedir. Aynı şekilde Fransız Devrimi ve Paris Komünü deneyimi barışçıl yollardan olmamış ancak etkileri bütün dünyayı sarmıştır. Liberal demokrasinin özgürlüğün arttırılması temelinde insanlara bencilliği öğütleyen yaklaşımı insani değerler adına uygarlığa bir şeyler veremeyebilir.
Pandemi sürecinde insanlık büyük sıkıntılar çekerken teknolojinin 4 atlısı denilen Google, Apple, Amazon ve Facebook dev bütçeleriyle kârlarına kâr katabilmiştir. Örneğin; Amazon’un patronu Jeff Bezos’un serveti 200 milyar doları, Tesla’nın patronu Elon Musk’ın serveti 100 milyar doları aştı. Microsoft’un patronu Bill Gates ve Facebook’un patronu Mark Zuckerberg, servetleri 100 milyar doları geçen zenginlerdir. Bu kişiler ve şirketleri, ekonomik güçleriyle toplumu mobilize etmekte oldukça başarılıdırlar (Doster, 2021: 12). Geçmişte devletçi politika izleyen Çin ise emperyalizmi kendi silahı yâni kapitalist kalkınma yöntemi ile vurmaya çalışmaktadır. Devlet başkanı Deng Şiaoping bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Kedinin siyah ya da beyaz olması önemli değildir, esas olan fareyi tutmasıdır.” ( Bursalı, 2021: 6)
Liberal demokrasinin kadın hakları konusunda da karnesinin zayıf olduğunu söyleyebiliriz. Çözümlememiz için şu istatistiki verileri paylaşmak gereklidir: (Demirer, 2011: 20)
1) ABD’de her yıl 4.000 kadın dayak sonucu hayatını kaybediyor;
2) İngiltere’de her yıl ortalama 150 kadın erkek şiddetinden ötürü yaşamını yitiriyor;
3) Fransa’da 500 bin kadın fiziksel şiddete maruz kalıyor;
4) Danimarka’da her yıl 64 bin kadın-erkek şiddetine maruz kalıyor;
5) Almanya’da 4 milyon kadın şiddet mağduru;
6) İspanya’da ev içi şiddete maruz kalan kadın 2 milyon civarında;
7) İsveç’te her 10 kadından 7’si şiddete maruz kalıyor;
8) Hollanda’da her yıl 2 bin kadın erkek şiddetine maruz kalıyor.
İstatistiki verilerden de anlaşılacağı üzere dünyanın en gelişmiş kapitalist ülkeleri kadın sorununa çözüm üretebilmiş değil. İnsanların sosyo-ekonomik ve sosyolojik sorunları kapitalizmin iç çelişkisi ile birleşince ortaya vahim bir tablo ortaya çıkmaktadır. Kapitalizmin doğası ataerkildir. Zira sistemin kendisi kadına ucuz emek gücü olarak bakmakta ve onu sömürmektedir. Sistemdeki egemen sınıflar kadına ve erkeğe nekropolitik açıdan yaklaşmakta onları istedikleri şekilde biçimlendirmektedir. Frederic Gross ise bu duruma üst bir sınır çizmektedir: “Sorun itaat etmekte değil itaatsizliktedir”. Gross itaat etmemeyi ideal bir gereklilik olarak görmektedir (Erdem, 2020: 12). Doğan Tılıç ise kadına doğduğu andan itibaren giydirilen kılıfın dışına çıkmayı tavsiye etmekte ve tarihi yazan kadınların hepsinin bu kalıbın dışında durdukları için başarılı olduklarını ifade etmiştir (Tılıç, 2021: 3).
Kapitalizme takılan sıfatlardan biri de filantro-kapitalizmdir. Hayırsever kapitalizm olarak adlandırılan bu terim aslında kendi kavramsal bütünselliği içerisinde halkın çıkarları ile uzlaşmaz karşıtlığı vardır. Neo-liberalizme yakın siyaset bilimcilerin ürettiği bu kavram ile dünyanın kurtulabileceğini iddia edenler temel yanılgıların içerisinde olduğunu ifade edebiliriz. Filantro kapitalizm şudur: “Büyük şirket sahipleri kendilerine bağlı vakıflar kurarak halktan elde ettikleri artı-değeri bu vakıflara bağışlıyor. Bu paraların hangi alanlara gittiği meçhuldür. Örneğin; Mark Zuckerbergler kendi kurduğu vakfa eğitim için 100 milyon dolar harcadı ama bu paranın nereye gittiği kamuoyuna açıkça anlatılmadı. Hatta filantropi kisvesi altında vergi kaçakçılığı yapılmaktadır. Bu vakıfların aynı zamanda zenginlerin kendi imajını düzeltmek için de kullanıldığı bir gerçek. Son tahlilde sadaka kültürünün bir uzantısı olarak filantro-kapitalizmi dünyanın kurtulması amacından ziyade belli bir kliğin kendi çıkarları bağlamında kullandığı bir araçtır (Aba, 2018).
Leo Panitch gibi ekonomi ve siyaset bilimci akademisyenlerin devletçi savları kimilerine göre ütopya olarak görülmektedir. 21. yüzyılda kapitalizmin “çalış, borçlan ve tüket” anlayışına alışmış bireyler piyasa ekonomisinin alternatifi olmadığı görüşündedir (Yeldan, 2020: 11). Piyasa ekonomisi dogmaları ile yetişmiş insanlar özellikle pandemi prosesinde fikirleri değişmekte daha halkçı bir liberal sistemi tartışmaktadırlar. Dünya Ekonomik Formu kurucularından ve Nobel Ödüllü Paul Krugman böyle düşünenlerin başında gelmektedir. Biden, Amerikan başkanı olduktan sonra 1,9 trilyon dolarlık yeni ekonomi paketi hazırlamış ve bazı eksikliklere rağmen halkçı niteleyebileceğimiz yardımları kabul etmiştir. Ancak bu yardımların pandemi koşullarından dolayı bir defaya mahsus olduğunu belirtmemiz gereklidir. Pandemi öncesinde de Clinton gibi siyasiler kapitalizmin refah devleti anlayışının sonunun geldiğini ifade etmiştir (Yıldızoğlu, 2021: 11)
1980’lerde Reagen’ın “En korkutucu şey, federal hükümetin size yardıma geldim demesidir” sözleri artık unutuluyor. Halk zor durumlarda devletin kendisine yardım etmesini istemektedir (Yıldızoğlu, 2021: 11). Neo-liberalizmin en önemli savunucularından The Economist dergisi istihdamın arttırılması ve gelir dağılımının adaletli olmasını savunmaktadır. Dünya genelinde Mortgage ve Pandemi koşullarında çöküşe uğrayan orta sınıfın durumu ise kritiktir. Zira ekonominin temel direği ve toplumsal ayaklanmalarda ön planda yer alma potansiyeli olan orta sınıfın pasivize olması otoriter rejimlerin türemesine yol açmaktadır (Önder, 2021: 5). Trump, Boris Johnson, Orban ve Wilders gibi otoriter liderlerin ortaya çıkışı da görece orta sınıfın zayıflamasından dolayı olduğunu söyleyebiliriz.
3. TOPLUMSAL STATÜ VE AŞI EMPERYALİZMİ
Toplumda bireyler farklı konumlarda düşünürler ve hareket ederler. Toplum gelişi güzel bir varlık değildir. Bireylerin işgal ettikleri yer statülerini oluşturur. Statü, toplumdaki bireylerin ona nesnel ölçüde uygun gördükleri mevkidir. Sosyolojik olarak bakıldığında bir kişinin statüsü başka kişilerin statüsüyle karşılaştırıldığında anlam kazanır. Buna kişisel saygınlık diyebiliriz. Ancak bir de doğuştan gelen statüler vardır: “Soy bağı, yaş ve cinsiyet faktörü vs.” (İçli, 2002: 94-95) Toplumsal ilişkilerde başat faktör ekonomi ise anahtar rol yine ekonomi-politiktir. Dolayısıyla bireylerdeki toplumsal rol ülkeler içinde geçerlidir. Bahsedilen toplumsal başat rol pandemi sürecinde açık biçimde görüldü. Bu süreci insanların dilinden düşürmediği emperyalizm kavramı ile açıklayabiliriz. Tanımı ilk yapan İngiliz ekonomist John A. Hobson’dur. Bu kavram İngilizler Güney Afrika’yı yağmalarken söylenmiştir. Bu düşünür aynı zamanda “Emperyalizm” diye bir kitap yazmıştır. Bu kitaba göre emperyalizm İngiltere’nin çıkarları için gerekliydi (Yalçın, 2020: 10).
Bazı ülkeler emperyalizm kavramına duyarlı olmadılar. Jön Türkler’in duyarlı olmadığı gibi. Ön Türkler liberal düşüncelerden oldukça etkilendikleri için birincil hedefleri halk ve özgürlüklerdi. Sömürü lügâtlarında yoktu. Türkiye’de sömürü düşüncesinin filizlenmesini 1912’lerde Parvus’un Türk Yurdu dergisinde yazdıklarından anlaşılıyor. Lenin’in meşhur “Emperyalizm: Kapitalizmin Son Aşaması” eserinin yayınlanmasına dört yıl vardı (Yalçın, 2020:10).
Pandemi sürecinde ise emperyalizmin başka bir türü ile insanlık karşı karşıya kaldı. Buna aşı emperyalizmi denildi. Uluslar arası Kalkınma İktisatçıları Birliği üyesi Anis Chowdhury ve Jomo Sundaram, Covid 19’a karşı geliştirilen aşıların patent yasaları, milliyetçi şoven adımlar, küresel tekellerin kâr hırsları ve piyasaların kaotik kargaşası yüzünden yeterince yaygınlaştırılamaması yüzünden pandemi ile mücadelede yeterli başarı elde edilemediğini ifade ediyor (Yeldan, 2021: 11). Örnek olarak uzmanlar aşılama sürecinin bu hızla gitmesi hâlinde dünyanın en az altı yılda aşılanabileceği belirtilmektedir. 17 Ocak 2021 tarihli Economist dergisi 85 yoksul ülkenin aşıya erişimini 2023 sonrası olarak tahmin etmektedir. 5 Şubat 2021 tarihi itibariyle 130 ülke tek doz aşıya dahi ulaşamamıştır. Ayrıca aşıların yüzde 78’ini ABD, Çin, AB ülkeleri ve İngiltere almıştır. Afrika ülkeleri ise sadece binde 2 düzeyinde kalmıştır (Yeldan, 2021: 11).
İdeolojik yanılsamaların ilk özellikleri, daima tarihsel olarak üretim ilişkilerinin yansımasıdır (Cornforth, 1975: 78). Üretim ilişkilerinin ters dönmesi devrimci değişiklikler yapabilir. Pandemi sürecinde yaşanan haksızlıklar ancak üretim ilişkilerinin ters yüz olması ile aşılabilir. Zira üretim sorunsalını konu edinmeyen karşı bir duruşun başarılı olma ihtimalinin zayıf olduğunu söyleyebiliriz. Marks’ın da belirttiği üzere üretim ilişkileri adaletli bir şekilde düzenlenmedikçe üzerindeki mistik örtü kalkmaz (Marx, 2011). Örneğin; küresel aşı şirketleri pandemi sürecinde Covid aşısı bulmak için karşılanması gereken maliyetleri devlet yardımları ile karşılamış ve aşı bulunduktan sonra yüksek kâr ile üretim araçlarını elinde bulunduran küresel ve bölgesel güçteki devletlere satmıştır. Küresel ilaç tekelleri elde ettikleri yüksek kârla birlikte patent yasalarının ardına saklanmaya çalışmaktadır (Yeldan, 2021: 11). Mülk sahibi sınıflar devlet gücü ile halkın çıkarlarının tersine hareket etmektedir. Aslında siyaset, hukuk, felsefe, din ve edebiyatsal konuların altında da ekonomik sebepler yatmaktadır. Zaman zaman üst yapı denilen bu alanların da alt yapıyı etkilediği süreçlerin olduğunu ifade edebiliriz (Marx-Engels, 1975: 22).
Üretim ilişkileri özelinde belirtilen ilişkiler ağının politik yönü vardır. Zira politika, diğer canlılara göre insanın en tabii hakkıdır. Bir insanın okuduğu gazeteyi beğenip beğenmemesi ile bu süreç başlar (Coşturoğlu, 2000: 77). Dolayısıyla meselenin politik yönünü kavramadan insanların kendi hakkını savunabilmesi zor görülebilir.
SONUÇ
Makalede ilkel komünal yaşamdan medeniyete geçen insanın kapitalist sistemle birlikte yaşadığı sorunlar anlatılmaya çalışıldı. Sonuç bölümünde ise yeni bir dünya mümkün müdür? sorusuna cevap arandı. Yeni bir dünya kurulması konusunda ihtiyatlı iyimser bir biçimde yaklaşılması gerektiğini ifade edebiliriz. Özlenilen şeyin, birçok ulusun, birçok geleneğin, birçok inancın tek bir şemsiye altında toplanabilmesidir. Bu ortak politik varlık ise özgürlükle ve demokratik kurumsallaşma ile sağlanabilir. Bu tip ülkelerin kurulması tarihsel arka planda mümkündü ancak tarihin enkazından çıkmayı başaramadılar (Maalouf, 2021: 11)
Tarih boyunca doğa ile iç içe yaşayan insan ideal gerçeklik olarak doğru zamanda itaat etmemeyi öğrenmesi gerekir. Anlatılmak istenen şey anarşist anlamda bir başkaldırıdan ziyade insanların haksızlıklara karşı boyun eğmemeyi öğrenebilmesidir. İtaatsizliğin zor olduğunu kabul etmeliyiz. Zor olmasının da pek çok sebebi vardır: “Yalnızlığa düşme hissi, gelecek kaygısı vs.” Ancak bahsedilen karşı koyuş yapılmadığı takdirde adalet hiçbir zaman yerini bulmayacaktır. Haksızlığı yapan taraf daha da cesarete kapılacak ve öldürmeye/hak yemeye devam edecektir.
Spinoza’ya göre; devletin amacı hürriyettir. Bu hürriyetin ne koşulda olursa olsun bastırılması yanlıştır. Devlet haksızlık yaparsa halkın ona olan inancı ve sadakâti bozulacaktır (Weischedel, 2009: 164). Kant ise devletin varlığını sosyal zorunluluk olarak değerlendirmektedir. Ona göre; devlete başkaldırmak kabul edilemez. Burada bizce sorgulanması gereken şey devletin ne için var olduğu ya da hangi faktörlerin devleti meydana getirdiğidir. Otoriteryan devletleri tanımlarken zaman ve mekan değişse de Hitler’in baş hukukçusu Carl Schmitt’in “olağanüstü halin meşruluğu” tezlerinin başka kılıklar altında hâlâ geçerli olduğunu görebiliriz. Schmitt kuralı şöyle formülle ifade eder: “Souveraen ist, wer über den Ausnahmezustand entscheidet” yani “Olağanüstü hale kim karar verirse egemen odur.” (Öz, 2021: 2)
Son tahlilde politika bir süreçtir ve bu süreçte değişim zorunludur. İnsanlık ve toplumsal yaşam olduğu sürece bu durumun değişmesi zordur. Harold Laswell’e göre politikanın tanımı şöyledir: (Şahin, 2021: 8)
“Siyaset, kimin neyi, ne zaman ve nasıl elde ettiği ile ilgilidir.”
Bütünsel açından insanlar siyasetten ne kadar uzak durursa dursun aslında siyasetin tam olarak dışında değillerdir.
KAYNAKÇA
*Bu yazı daha önce 3. Uluslararası Değişen Dünyada Fen, Sosyal ve Sağlık Bilimleri Kongresi’nde yayımlandı.
Baydur, Mithat. (1994). Milliyetçilik, İstanbul: Alternatif Üniversite.
Blackledge, Paul. (2017). Marksist Tarih Kuramı Üzerine, İstanbul: Yordam Kitap.
Carr, Hallet Edward. (2015). Tarih Nedir?, İstanbul: İletişim Yayınları.
Cornforth, Maurice. (1975). Bilgi Teorisi, İstanbul: Maya Yayınları.
Coşkun, Kemal Mustafa. (2009). Yapı, Pratik ve Özne, Ankara: Dipnot Yayınları.
Coşturoğlu, Mustafa. (2000). Toplumsal Çözülme- Toplumsal Patoloji, İstanbul: Gündoğan Yayınları.
Demirer, Temel. (2011). Liberalizm/Muhafazakârlık Kıskacında Kadın, İstanbul: Kaldıraç Yayınları.
Engels, Friedrich. (2015). Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Ankara: Sol Yayınları.
Foulquie, Paul. (1998). Varoluşçunun Varoluşu, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları.
İçli, Gönül. (2002). Sosyolojiye Giriş, Ankara: Anı Yayınları.
Kıvılcımlı, Hikmet. (2012). Tarih Devrim Sosyalizm, İstanbul: Derleniş Yayınları.
Kıvılcımlı, Hikmet. (2016). Metafizik Sosyolojiler, İstanbul: Derleniş Yayınları.
Kıvılcımlı, Hikmet. (2016). Üretim Nedir?, İstanbul: Derleniş Yayınları.
Kıvılcımlı, Hikmet. (2018). İlkel Sosyalizmden Kapitalizme İlk Geçiş: İngiltere, İstanbul: Derleniş Yayınları.
Kıvılcımlı, Hikmet. (2018). Komün Gücü (Siklus Temeli), İstanbul: Derleniş Yayınları.
Kıvılcımlı, Hikmet. (2018). Toplum Biçimlerinin Gelişimi, İstanbul: Derleniş Yayınları.
Marx, Karl- Engels, Friedrich. (1975). Düşünceler Aforizmalar, İstanbul: Yeni Dünya.
Marx, Karl. (2011). Kapital, C:1, Ankara: Sol Yayınları.
Rousseau, J.J. (1995). İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, İstanbul: Say Yayınları.
Sêve, Lucien. (1998), Felsefe ve Siyaset, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları.
Weischedel, Wilhelm. (2009). Felsefenin Arka Merdiveni, İstanbul: İz Yayıncılık.
Wolff, Richard. (2021). “Kapitalizmin Sıfatları”, Birgün, 25.01.2021. https://www.birgun.net/haber/kapitalizmin-sifatlari-331694
Akgüç, Öztin. (2021). “IMF, Dış Kaynak Yanılgısı”, Cumhuriyet, 24.02.2021. https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/oztin-akguc/imf-dis-kaynak-yanilgisi-1815975
Yıldızoğlu, Ergin. (2021). “Devlet Geri Geliyor”, Cumhuriyet, 18.03.2021.
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/devlet-geri-geliyor-1821366
Doster, Barış. (2021). “Liberal Demokrasi ve Dijital Otoriterlik”, Cumhuriyet, 13.01.2021.
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/baris-doster/liberal-demokrasi-ve-dijital-otoriterlik-1805598
Bursalı, Orhan. (2021). “Dünyayı Ne Bekliyor?... Çin İle Yıkıcı Rekabet Mi, İşbirliği Mi?!”, Cumhuriyet, 21.01.2021.
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/orhan-bursali/dunyayi-ne-bekliyor-cin-ile-yikici-rekabet-mi-isbirligi-mi-1807613
Erdem, Ömer. (2020) “İdeal Bir Gereklilik”, Hürriyet, 23.10.2020. https://www.hurriyet.com.tr/kitap-sanat/ideal-bir-gereklilik-itaat-etmemek-41643969
Tılıç, L. Doğan. (2021) “Akıllı Uslu Kadınlar”, Birgün, 09.03.2021. https://www.birgun.net/haber/akilli-uslu-kadinlar-336805
Aba, Anıl. (2018). “Filantro Kapitalizm ile Dünyayı Kurtarmak”, Birgün, 02.09.2018. https://www.birgun.net/haber/filantro-kapitalizm-ile-dunyayi-kurtarmak-228936
Yeldan, Erinç. (2020). “Leo Panitch ve Ütopyalarımız”, Cumhuriyet, 23.12.2020. https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/erinc-yeldan/leo-panitch-ve-utopyalarimiz-1800702
Yıldızoğlu, Ergin. (2021). “Neo-liberalizm Geride Kalıyor”, Cumhuriyet, 15.03.2021.
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/neo-liberalizm-geride-kaliyor-1820685
Önder, İzzettin. (2021). “Orta Sınıfın Çöküşü Tehlikededir”, Evrensel, 13. 03. 2021.
https://www.evrensel.net/yazi/88327/orta-sinifin-cokusu-tehlikelidir
Yalçın, Soner. (2020). “İktidarın Eksikliği”, Sözcü, 24.09.2020. https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/soner-yalcin/iktidarin-eksikligi-6051614/
Yeldan, Erinç. (2021). “Aşı Emperyalizmi”, Cumhuriyet, 24.02.2021. https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/erinc-yeldan/asi-emperyalizmi-1815989
Maalouf, Amin. (2021). “Tek Bir İnsanlık Macerası Olduğuna İnanıyorum”, Cumhuriyet, 25.02.2021. https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/amin-maalouf-tek-bir-insanlik-macerasina-inaniyorum-1816241
Şahin, Ayşen. (2021). “Siyaset Nedir”, Evrensel, 21.03.2021.
https://www.evrensel.net/yazi/88386/siyaset-nedir
Öz, Güray. (2021). “Alacakaranlıkta Schmitt Hikâyeleri”, Birgün, 21.03.2021
https://www.birgun.net/haber/alacakaranlikta-schmitt-hikayeleri-338303
|