Ülkemizde son yıllarda çıkan büyük orman yangınları bütün ulusumuzu çok üzdü. Ormanlar ve ağaçlar yandıkça yüreklerimiz yandı, ağaçlar ve diğer canlılar acı çektikçe biz de acı çektik.
Biz Türkler ağaçları ve ormanları neden bu kadar seviyoruz? Neden bir ağaç gördüğümüzde sarılıyoruz? Genlerimizde, kodlarımızda, kültürümüzde bulunan ağaç sevgisinin kaynağı nedir? Neden toprağımızda çıkan küçük bir yangında canımız pahasına hepimiz seferber oluyoruz?
Ormanların faydalarını elbette biliyoruz. Fakat burada yerimiz elverdiğince eski Türklerdeki ağaçlarla ilgili inanç sistemini ve günümüze yansımalarını ele almaya çalışacağız.
YER-SU-VATAN
Eski Türklerin inanç sistemi, Tengri (Tanrı) kavramı, Yer-Su ve Atalar kültü şeklinde gelişmiştir. Bu inanç sisteminde, Üst, Alt ve Orta dünyadan oluşan evrende tanrıların ve ruhların yaşadığı her şeyin canlı olduğu inancı hakimdir.
Gök Tanrı inancı, gökle özdeşleştirilmiş ve evrenin gökte oturan yaratıcısı olarak algılanmıştır. Gökyüzünün yüceliği onun sonsuz yüksekliği, sınırsız genişliği, daima var oluşundan kaynaklanmaktadır. Yıldızlar, ay, güneş, bulutların hareketleri, fırtınalar, yıldırımlar, şimşekler, gökkuşağı gibi herhangi bir gökyüzü olayı, gökyüzünün kutsal olduğuna inanmalarına neden olmuştur. İnsanlar en yüce gördükleri yeri tanrısallığa dayandırdığından ya da öyle bir değer yüklediğinden, eski Türk inanışında Tengri “Gök”tür.
Eski Türkler Tengri’nin yarattığı ve evrenin bir parçası olan yeryüzüne büyük saygı duymuşlar, tabiatın da birtakım güçlere sahip olduğuna inanmışlardır. Tabiatta bulunan her şeyin ayrı birer ruha sahip olduğuna ağaçlar, dağlar, akarsular, göl, deniz, kaya, ormanlar, taşlar, demir vb.nin aynı zamanda kutsal olduklarına inanmışlardır.
Tabiatın ruhlarına Göktürk dönemindeki yazıtlarda görüldüğü gibi, yer-su (Yir-Sub) adı verilmektedir. İyilik seven grubuna giren kutsal yer-su, “Iduk Yir Sub” biçiminde yer almaktadır. Gök Tengri ile Yir ve Sub bir araya geldiklerinde, kutsal bir birlikteliği temsil ederek, “yurt” veya “vatan”ı oluşturmaktadır.
ÖTÜKEN YURDU
Bilge Kağan ve Kül Tigin yazıtlarında görüldüğü üzere Ötüken yurt olarak belirtilmiştir. Yazıtlarda Türklerin “Ötüken”den gittikleri takdirde başlarına her türlü belâların geldiği ve geleceği; burada yaşarlarsa huzur içinde yaşayacakları, hiçbir zaman sıkıntıya düşmeyecekleri ifade edilir: “Ötüken yış olurup arkış tirkiş ısı neng yok. Ötüken yış olursar benggü ile tuta olurtaçı sen”(KT G8)(BK K2-BK K6).
AĞAÇ BAĞLANTI NOKTASI
Eski Türkler evreni bir bütün olarak görerek, gökyüzü ve yeryüzünü birbirinin tamamlayıcısı olarak düşünmüşlerdir. Gökyüzünün tamamlayıcısı olan “yağız yer” de tıpkı gökyüzü gibi sonsuz bir boşluğa sahip olarak, kutsal sayılarak, bu sonsuz “yer-gök” insanoğlunu yaratmıştır. Ağaç ve orman kültü eski Türk inancını meydana getiren kutsal “Yir-Sub” anlayışı içinde yer almaktadır. İşte eski Türklerde ağaç, yeryüzü, gökyüzü ve yeraltını birbirine bağlayan bir bağlantı noktası; dallarıyla Tengri katına ulaşılan uçmağı, kökleriyle yeraltı dünyasını, gövdesiyle de her iki katı yer-subla birbirine bağlamaktadır. Yani ağaç, Tanrı’ya ulaşmanın yolu, insan ile Tanrı arasında bir vasıtadır. Bu inanca göre ağaç kutsaldır. Türk inanç sistemindeki bu düşünce yüzyıllardır bazı Türk toplumlarında aynı inançla, bazı Türk toplumlarında değişerek ama yine ağaç sevgisiyle devam etmiştir.
Kutlu ağaç motifi, Türk devlet felsefesinde, Orta Asya’dan Anadolu’ya taşınarak, Selçuklu ve Osmanlı Devleti dönemlerinde de kullanılarak ve Cumhuriyet döneminden itibaren kültürel bir sembol hâlini almıştır. Ağaç motiflerinin kaynağını gelenekten alarak devam ettirildiği görülmektedir. “Kutlu ağaç” inancı ve motifinin en güzel örneklerini halk hikâyeleri, masallar, destanlar, yazıtlar ve bazı ritüeller üzerinden görebiliriz.
DOĞUM VE ÖLÜMDE DİKİLEN AĞAÇ
Türk kültüründe her evin, her ailenin, her boyun bir ağacı vardır. Türklerin doğumlarda ve ölümlerde ağaç dikmesini, eski Türklerden günümüze kadar bu anlayışın izlerini halk inanç ve uygulamalarında görmekteyiz. Adlarına ağaç dikilen kişilerin hayatlarını kaybettiklerinde de mezarlarının yanına bir ağaç dikilirdi ki; bu ruhun can kuşu/ruhun kuş olup uçmağa gitmesi inanışıyla ilgili eski bir Türk geleneğidir. Türk ve Moğol toplumlarında mezarların ağaç altına yapıldığı veya mezarlara ağaç dikildiği araştırmacılar tarafından tespit edilmiştir. Günümüzde de, Türklerin mezarlıkların baş ve ayakuçlarına çam ya da servi ağaçları dikme geleneğini sürdürdükleri bilinmektedir. Ağaç aynı zamanda neslin devamının işaretidir. Eski Türklerde bir kağanın oğlu doğduğu zaman da Anadolu’nun herhangi bölgesinde bir çocuk doğduğu zaman da hep bir ağaç dikilirdi. Çocukla birlikte kendisi adına dikilen ağaç da büyür, gelişir, çocuk adına dikilen bu ağacın kaderi çocukla birlikte kabul edilirdi.
DESTANLARDAKİ SEMBOL
Türk kültür tarihinde “kut, devlet, yurt (kutlu ağaç)” sembolleştirmesinin görüldüğü en eski yazılı metinlerin başında Dede Korkut hikâyeleri gelir. Dede Korkut Kitabı’nda, boy sonlarında yer alan alkışlara bakıldığında yedi duada “sarsılmaz, yerli kara dağların yıkılmasın / Gölgelice koca ağacın kesilmesin” denilir. Hikâyelerde ulu ağaçlar ile halkın ve yurdun, huzur ve mutluluğu arasında bir ilişki kurulmaktadır. Metinlerde Türklerin dünyaya bakış açısını, yerleşilen toprak parçası üzerindeki tüm canlı ve cansız varlıkları, yer-suyu ve ata miraslarını içeren yurt düşüncesinin temelini görürüz.
Oğuz Kağan destanında; Oğuz Kağan soyunun kutsal bir ağaçtan türediğine inanılır. Destan, Oğuz ve Türk Milletinin soyunu, yerin ve göğün kutsallıklarından aldığını, Türklerin ağaca olan saygısını ve onları bir yaşam kaynağı olarak görme anlayışını yansıtır. Uygurların menşe efsanesinde de Uygurların atası olan beş prens iki nehir kavşağında bulunan bir adacıktaki kayın ağacından doğmuşlardı. Bu inanışa göre, Uygurların türediği tek ağaç da yine iki nehrin meydana getirdiği küçük bir adada bulunmaktaydı.
Yakut Türkleri, Tanrı gökte ilk Şamanı yarattığında, onun evinin kapısının önüne sekiz dallı bir ağaç dikmişti. Gökteki Şaman sonsuza kadar yaşadığı için, ağacının solmadan sonsuza dek yaşadığına inanırlardı. Bir insan doğduğu zaman, bu ağacın dalları arasından bir ruhun gelip, ona can verdiğine inanmaktaydılar. Araştırmalara göre, bütün Altay kavimlerinde çam ve kayın ağacı kutsal kabul edilmekte, daha sonra kavak, ardıç ve çınar ağacı gelmektedir.
Buryatlar. Yakutlar, Başkurtlar, Kazaklar ve Kırgızlar, arazide tek duran ulu ve yaşlı çam, kayın, servi ve çınar ağaçlarına adaklar adayıp, kurbanlar sunarak, birtakım törenlerle onlardan dilekte bulunurlardı. Tabgaç Türklerinde yılın belli zamanlarında atalara kurban sunulduktan sonra, bölgeye kayın ağaçları dikilerek, bunlardan kutlu ormanlar oluşturulurdu. Çocuğu olmayan kadınlar karaçam ağacının karşısında dua ederek, çocuk isterlerdi. Köktürklerde defin törenini yapmak için yaprak dökümü veya ağaçların yapraklanmasının beklenmesi yine ağaç kültü ile ilgilidir. Yine Köktürklerin demirden bir dağı çevresinde ağaçlar yakarak erittikleri Ergenekon Destanı’nda anlatılmaktadır.
HAYAT AĞACI
Fiziksel ve ruhsal dünyayı birbirine bağlayan “hayat ağacı”na değinmeden geçmeyelim; evrenin merkezini oluşturduğu ve yeryüzündeki bütün ağaçların en yükseği olduğu düşünülmekteydi. Bütün varlıkların bu ağaç etrafında şekillendiğine inanılırdı. Altay Türklerinde çocuklar dünyaya gelmeden önce hayat ağacının dallarında ruhlarının dinlendiklerine inanılırdı. Yine Altaylı Şamanların davullarının üzerinde hayat ağacını tasvir eden şekiller bulunurdu. Kısa örneklerini verdiğimiz bu inanışlar zamanla, Türk kültürü içerisinde farklı anlamlar da alarak birbirleriyle etkileşim halinde olabilmişler, bazı özelliklerini günümüze dek sürdürmüşlerdir.
DALLARDAKİ ÇAPUTLAR VE DUALAR
Ağacın kendini yenileyen bir varlık olması nedeniyle, onun hayatın taşıyıcısı olduğu düşünülerek insan hayatıyla ağaç arasında bir bağ kurulmuştur. Eski Türklerin sosyal hayatında etkili olduğuna inanılan kutsal ağaç ve orman kültünün, atalarımız vasıtasıyla Orta Asya’dan Anadolu'ya yayılmış olduğu anlaşılmaktadır. Günümüzde, Anadolu’da bazı bölgelerde halkın çeşitli dileklerde bulunmak için kutsal kabul ettikleri kayın(bölgeye göre değişebilir) ağaçlarına çaput bağladıkları ve bu ağaçları sık sık ziyaret ettikleri bilinmektedir. Doğu Anadolu’da yılın belirli dönemlerinde halkın en güzel elbiselerini giyerek, bu ağaçlara ziyaretler yaptıkları, adaklar adayıp kurban keserek, ağaçlara dilek çaput/ip bağladıkları bilinmektedir. Edremit’in Çamcı köyünde karnı ağrıyan çocukların karnı ovalanarak “Dağlar, taşlar, ulu kaba ağaçlar, koca çaylar! Gel çocuğumun karnının ağrısını al.” duası yapılır. Bu duanın eski Türklerde görülen ağaç kültü ile ilgili inanışlarından kalan sürdürülen bir kült olduğu açıktır. Tahtacı Türkmenlerinin ağaca saygıları, bağlılığı büyüktür. Özellikle yaşlı ağaçlar kutsal kabul edilerek, onlara dokunulmaz. Muharrem ayında ve salı günleri asla ağaç kesilmez. Anadolu’daki Yörük ve Türkmenlerin hemen hepsinde, özellikle ulu ağaçları kesmenin, onlara zarar vermenin iyi bir şey olmadığı ve bunu yapana uğursuzluk geleceği inancı hâkimdir.
DEVLETİN TEMSİLİ
Sonuç; ağacın kültürel miras olarak devamlılığında iki durum öne çıkmaktadır. Birinci durum, Tengri tarafından gelen kut düşüncesinin ağaç aracılığıyla yeryüzüne inmesi, ikinci olarak da kutlu devlet anlayışıyla ilişkili olarak ağacın, devlet geleneğinin süreklilik sembollerinden biri olmasıdır. Ağacın dikilmesi, büyümesi ve mevsimsel değişimleri, tıpkı hayatın kendisi gibi insan ömrüyle bir tutulmuştur. Köklülük ve uzun ömürlülüğü ise Türk Devleti’nde şekil bulmuştur. Ağaç, dünyanın merkezi kabul edilerek, kökleri ve dallarıyla yeri ve göğü birleştirmiştir. Yer-su/vatan kavramının kutsallığı da bu bağlamda gelişmiştir. Ağaca duyulan sevgi ve saygı, ağaç ve ruhu, inanışlar, Türk Devleti ve Milleti’nin gönlünde, mitolojik kodlarında, tarihi hafızasında geçmişten günümüze yer almış ve bundan sonra da yer almaya devam edecektir.
Bu anlayışla, Türk kültüründeki ağaç ve orman sevgisini, genç nesillere aşılamada Batılı çevreci yaklaşımlar yerine, kendi kültürümüzden esinlenerek, milli ve kültürel kodlarımızın devreye sokulmasıyla daha etkili sonuçlar alınacağını söylemek mümkündür. Bu bilince sahip olan, orman yangınlarını söndürmek için gece gündüz çalışan, yeşil vatan şehitlerimize, orman işçilerimize, köylülerimize ve vatandaşlarımıza selam olsun!