Türk edesiyatı, özellikle 1950’lerden 1970’lere kadar, güçlü bir toplumcu gerçekçilik damarına sahipti. Orhan Kemal’in fabrikalarda ter döken işçileri, Yaşar Kemal’in Çukurova’nın tarlalarında açlıkla ve toprak ağalarıyla boğuşan köylüleri, Fakir Baykurt’un köy enstitülü aydınları, yalnızca bireysel hikâyeler değil, bir toplumun hafızasıydı. O dönemde edebiyat, toplumsal eşitsizlikleri görünür kılmanın, kolektif bilinci diri tutmanın en etkili araçlarından biriydi.
Ne var ki 1980 askeri darbesiyle birlikte bu damar neredeyse tamamen kesildi. Darbenin yarattığı baskı ortamı ve neoliberal dönüşüm, edebiyatı da bireysel yabancılaşmalara, postmodern biçimsel oyunlara ve piyasanın yönlendirdiği “temalara” itti. Şehirli orta sınıfın yalnızlıkları ve bireysel bunalımları edebiyat sahnesini doldururken; işçilerin, göçmenlerin, taşranın sesi sustu. Toplumsal edebiyat iddiası taşıyan birçok kalem ise toplumdan çok piyasanın taleplerine kulak verdi; toplumsal meseleler birer pazarlama aracına dönüştü.
İşte böyle bir atmosferde Ahmet Büke ve Faruk Duman’ın varlığı, yalnızca bir istisna değil, adeta bir direniştir. Büke, yalın ama derinlikli öykülerinde taşranın, işçi sınıfının ve göçün çıplak gerçekliğini yazıya taşırken; Duman, şiirsel, alegorik ve gotik metinleriyle toplumun belleğini, tarihsel travmalarını ve sessiz şiddetini görünür kılar. Onların metinlerinde, geçmişin toplumcu damarının izleri bugünün estetik imkânlarıyla birleşir.
AHMET BÜKE: TAŞRANIN ÇIPLAK GERÇEKLİĞİ
Ahmet Büke’nin öyküleri, taşranın ve işçi sınıfının gündelik hayatına dair sahiciliğiyle öne çıkar. Ekmek ve Zeytin’de fabrika işçilerinin yaşamı, yoksulluğun sıradanlaşmış acısı, sınıfsal bir gerçeklik olarak görünür kılınır (Büke, 2014: 27). Örneğin, fabrika çıkışında yırtık ayakkabılarıyla yürüyen genç işçinin hikâyesi, yalnızca bireysel bir sefalet değil, bir sınıfın görünmezliğinin simgesidir.
Benzer biçimde Cazibe İstasyonu’nda kasabanın tren istasyonu, yalnızca coğrafi bir geçiş mekânı değil, toplumun çıkışsızlığını imleyen bir simgedir. Orada duran karakterler, aslında taşranın toplumsal sıkışmışlığının alegorisidir (Büke, 2016: 45).
Edebiyat eleştirmeni Asuman Kafaoğlu-Büke, yazarın bu özelliğini şöyle dile getirir:
“Ahmet Büke’nin hikâyelerinde sıradan olanın içindeki büyük trajedi görünür hale gelir. O, insanın hayatını altüst eden sınıfsal koşulları, herhangi bir slogan atmadan ama derin bir insani duyarlılıkla işler.” (Kafaoğlu-Büke, 2015: 98)
Dolayısıyla Büke, günümüz edebiyatında “toplumsal edebiyat” iddiasını yalnızca etiketten ibaret bırakmayan, sahici bir içerikle dolduran ender yazarlardandır.
FARUK DUMAN: ALEGORİNİN İÇİNDE TOPLUMSAL BELLEK
Faruk Duman’ın metinlerinde doğa, atmosfer kurmanın ötesinde, toplumsal belleğin bir metaforu olarak çıkar karşımıza. Köpekler İçin Gece Müziği’nde köpek figürleri, toplumun kenara ittiği ve dışladığı insanları simgeler (Duman, 2001: 63). Köpeklerin uğultusu, aslında toplumsal şiddetin görünmez yankısıdır.
Sus Barbatus! ise ormanı merkezine alır. Orman, burada hem bir sığınak hem de kayboluş mekânıdır. Karakterlerin ormandaki yalnızlığı, bireysel bir yalnızlıktan çok, toplumun tarihsel travmalarının alegorisidir. Sisli yollar, Türkiye’nin belirsizleşen belleğini; hayvan figürleri ise insanın doğa ve toplumla bozulan ilişkisini imler (Duman, 2010: 112).
Necmiye Alpay, Duman’ın metinlerini şu sözlerle değerlendirir:
“Faruk Duman, doğayı bir dekor olarak değil, toplumsal belleğin aynası olarak kullanır. Onun ormanları, toplumun karanlık geçmişinin alegorisidir.” (Alpay, 2011: 55)
Bu yönüyle Duman, toplumsal edebiyatı düz gerçekçiliğin sınırlarından kurtararak, alegori, metafor ve şiirsellikle yeni bir düzleme taşımaktadır.
‘TOPLUMSAL YAZARIM’ DİYENLERE ELEŞTİRİ
Bugün Türkiye’de birçok yazar, kendisini “toplumsal yazar” olarak lanse etmektedir. Ancak bu iddiaların büyük çoğunluğu, edebiyat piyasasının parlak etiketlerinden öteye gitmemektedir. “Toplum” sözcüğü bir tür pazarlama stratejisine dönüştürülmüş, metinlerin özünü beslemesi gereken damar, yalnızca satış broşürlerinde parlatılan bir süs olarak kalmıştır.
Politik süsler: Bir kısım yazar, eserlerine birkaç güncel olay serpiştirerek “politik” görünmeye çalışır. Ancak bu tür metinlerde toplumsal gerçeklik, yalnızca bir dekor parçasıdır; olaylar ve göndermeler, derinlik taşımayan birer slogan niteliğindedir. Bu metinler, gazete köşesiyle roman arasına sıkışmış, günü kurtaran ama kalıcılıktan yoksun edebi denemelerdir. Politik görünmenin, gerçekten politik bir damar taşımakla hiçbir ilgisi yoktur; bu nedenle de bir süre sonra bu metinler hızla unutulur.
Dekoratif toplum: Başka bir kesim yazar, toplumun yoksulunu, göçmenini ya da işçisini yalnızca “renk” olsun diye sahneye sürer. Bu karakterler, romanlarda ya bir arka plan gürültüsüdür ya da başkarakterin içsel yolculuğunu “derinleştirmek” için kullanılan figüranlardır. Yoksulluk, sınıfsal gerçeklik ya da göç olgusu, bir toplumsal yara olarak değil, edebi bir aksesuar olarak işlev görür. Bu metinlerde toplum, vitrine konmuş bir manken gibidir: gösterişli ama ruhsuz.
Moda temalar: Son yıllarda kadın sorunu, göç, işsizlik ya da kent yoksulluğu gibi konular edebiyat piyasasında “trend” haline gelmiştir. Ancak bu temaların büyük kısmı yalnızca güncel tartışmalara yaslandığı ölçüde işlenmektedir. Popülerliğini yitiren konular hızla terk edilmekte, yazarın “toplumsal” ilgisi bir sonraki modaya kaymaktadır. Toplumsal sorunlar, birer pazarlama aracına indirgenmekte; edebiyat, toplumun vicdanı olmak yerine piyasanın raf dizaynına dönüşmektedir.
İşte bu yüzden Ahmet Büke ve Faruk Duman’ın farkı açıktır: onların metinlerinde toplum, bir “arka plan” değil, anlatının bizzat kurucu öğesidir. Onların yazısında yoksulluk, göç, taşra ya da doğa; vitrin süsü değil, edebiyatın özünü kuran hakikattir.
SON DÖNEMDEKİ YAPAY KARŞITLIK
Edebiyat çevrelerinde son dönemde Ahmet Büke ile Faruk Duman arasında bir karşıtlık yaratılmaya çalışılmaktadır. Bir kesim, Büke’nin yalın ve gerçekçi dilini öne çıkararak Duman’ı “aşırı estetik” olmakla suçlar; diğer kesim ise Duman’ın metaforik yazısını yüceltip Büke’nin gerçekçiliğini küçümser.
Oysa bu karşıtlık yapaydır. Büke ile Duman farklı estetik araçlar kullansalar da aynı hakikatin peşindedir: toplumsal belleği diri tutmak, görünmez insanları görünür kılmak. Onları karşı karşıya getirmek, edebiyat ortamındaki sığ rekabetin ürünüdür. Tarih, her iki yazarı da toplumsal edebiyatın direniş kanalları olarak anacaktır.
Ahmet Büke ve Faruk Duman, 1980 sonrası Türk edebiyatında toplumsal edebiyatın sahici temsilcileridir. Büke, taşranın ve yoksulluğun çıplak gerçeğini yazarken; Duman, doğa alegorileriyle toplumsal belleği şiirselleştirir. Türkiye’de toplumsal edebiyat çoğunlukla yüzeysel bir etikete indirgenmişken, bu iki yazar bu etiketi dolduran, edebiyatı toplumun vicdanı haline getiren kalemlerdir. Dolayısıyla, çağdaş Türk edebiyatında toplumsal edebiyatın gerçek temsilcileri, belki de yalnızca Ahmet Büke ve Faruk Duman’dır.
Kaynakça:
1- Alpay, Necmiye (2011). Edebiyatın Aynasında Bellek. İstanbul: Metis Yayınları.
2- Büke, Ahmet (2014). Ekmek ve Zeytin. İstanbul: Can Yayınları.
3- Büke, Ahmet (2016). Cazibe İstasyonu. İstanbul: Can Yayınları.
4- Duman, Faruk (2001). Köpekler İçin Gece Müziği. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
5- Duman, Faruk (2010). Sus Barbatus!. İstanbul: Can Yayınları.
6- Kafaoğlu-Büke, Asuman (2015). Türk Öyküsünde Yeni Dönem. İstanbul: İletişim Yayınları.
7- Moran, Berna (2005). Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 3. İstanbul: İletişim Yayınları.